19 Şubat 2019 Salı

Işık'ın Günahı


Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanamazdı.

Selman kusursuzluktu, her şeyi bilmekti, en doğrusunu söylemek ve yapmaktı. Evrende Selman gibi bir ikinci kişi daha olamazdı. Abisi olağanüstüydü. Selim onun gibi olabilmek için yaşamını bile verirdi.

Bir zamanlar böyle düşünüyordu Selim. Annesinin ve babasının verdiği güven ve sevginin koruyuculuğundan, Selman'ın küçük ipuçları vererek açtığı yolla kurtulmuştu. Artık dünyaya onlar gibi bakmıyordu. Çocuklar ve gençler için güzel bir gelecek kurma düşüncesi yaşamına yepyeni anlamlar katmıştı. Artık küçük oyunlarla oyalanabilecek bir çocuk değildi. Dünyayı ve tarihi biliyordu. Geleceğin sorumluluğunu taşıyordu. Abisi kadar bilgili olmak, her şeyi öğrenmek istiyordu. Elinden geleni yapıyor, yine de eksik kalıyordu. Selman uzayın her noktasını ve zamanın tüm anlarını bilirken, o yalnızca kendi küçük dünyasını tanıyabiliyordu. Değişmek istiyor, kendini zorluyor, yine de ne yaparsa yapsın bir türlü Selman gibi olamıyordu. Selman'ın en küçük bir isteğini bile emir olarak kabul edip varını yoğunu ortaya koyarak en iyi şekilde yapmaya çalışıyordu.

Selman'ı son görüşlerinden biri olmalıydı. Abisi artık her an gidebileceğini söylemişti. Bazı eşyalarını, kitaplarını ve aldığı notları getirmesini istemişti. Başka kimseye asla söylememesini isteyerek ona bir adres vermişti. Selim abisinin isteğinden büyük bir gurur ve heyecan duymuştu. Abisi ona güveniyordu. Artık büyüdüğünü düşünüyor, sırlarını ona emanet ediyordu. Selim abisinin istediklerini dikkatle toparlamış, annesine ve babasına sezdirmeden iki torba hazırlamıştı. Sorarlarsa arkadaşına çalışmaya gittiğini ve dersle ilgili malzemeleri götürdüğünü söyleyecekti. Sonuçta abisinin isteklerini başarıyla yerine getirmişti. O gün götürdüğü bazı kitaplar ve notlar çok sonra bir şekilde Selim'e geri dönmüştü. İçlerinde neler olduğunu ancak yıllar sonra öğrenmişti. Büyük bir coşkuyla abisinin verdiği adrese giderken, abisinin artık gideceğini hatırlayınca onu bir daha görememekten korkmuştu. Sonra "Selman Abi'me bir şey olmaz, o çok güçlüdür" diyerek kendini avutmaya çalışmıştı. O gün orada Işık'la karşılaşacağı asla aklına gelmezdi.

Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanamazdı.

....

Işık ağlıyordu. Selman'ın son aylarda çok zorlandığını biliyordu ama uçurumun kenarına bu kadar yaklaştığını anlayamamıştı. Bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi? Ya da olduğundan bu kadar farklı görünebilir miydi? Işık ağlıyordu. Düşünmenin ve hissetmenin, dokunmanın ve dokunulmanın, tatmanın ve koklamanın, görmenin ve duymanın, sevmenin ve yaşamanın, evrenin ve zamanın bir anlamı kalmamıştı. Üzerinde bir canavara dönüşmüş Selman artık yoktu. Işık'ı yavaş yavaş öldürüyordu. Aüırlığıyla soluk almasını engelleyecek kadar sıkıştırıp ezdiği için değil, ellerini hoyratça öç almak istercesine her yerinde dolaştırdığı için değil, gerçekten öldürecek gibi boğazına bastırdığı için de değil; Selman kendi içindeki güzelliğe ihanet ettiği için ikisini birden öldürüyordu. Oysa Işık bunu doğanın ve yaşamın zirvesine çıkarak yaşamayı öyle çok istemişti ki. Selman nedense hiç acele etmemişti. "Birbirimizi iyice tanıyalım, sözlerin ve belgelerin ötesine geçebilecek bir bağlılığımız olsun, çocuklarımıza güzel günler bırakabileceğimiz koşulların yaklaşmakta olduğunu iyice hissedelim, telli duvaklı gelin olarak alayım sevgilimi" diyordu Selman. Işık onu seviyor, ona inanıyordu. Selman kendini ve Işık'ı yavaş öldürüyordu. Bilinci ve düşünceleri uzaklaşıyor, gözleri kararıyordu. Selman içindeki vahşeti açığa çıkarmıştı. Tuhaf, akıl almaz bir duyguydu bu. İki beden ve iki zihin anlaşılmaz bir oyun oynuyorlardı. Haz ve acı, sevinç ve üzüntü, coşku ve bitkinlik, yükselme ve alçalma, ses ve sessizlik, ışık ve karanlık, mutluluk ve mutsuzluk, inanma ve yadsıma, bilme ve bilgisizlik, sevgi ve nefret, umut ve umutsuzluk birbirine karışıyordu. Işık yavaş yavaş tükeniyordu. Selman gücün bataklığında boğuluyordu. Dünya yavaş yavaş kararıyordu. Selman'ın dokunuşları ve soluk alışları hızlanmıştı. Işık ağlıyordu. Bedenindeki güzelliklere ve aklındaki korkuya isyan ediyordu. Yaşamın yaşamdan bu kadar uzak olmasına isyan ediyordu. Ölüme isyan ediyordu. Ölüme isyan ederek yaşamdan uzaklaşıyordu. Çığlıkları Selman'ın çığlıklarına karışıyor, ölüyordu.

....

İşte Selim tam böyle bir zamanda daire kapısını sessizce açarak içeriye girdi. Selman "Geldiğinde ben olmayabilirim, kapıyı anahtarla açıp içeri girersin, ben yoksam beklersin" demişti. Selim de abisi evdeyse bir sürpriz yapmak üzere usulca içeriye süzülmüştü. Selman'ı ve Işık'ı görünce dondu kaldı. Sevgili abisi, sevgili ablasını öldürüyordu. Selman Işık'ın üzerindeydi. Tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Selim ne düşüneceğini bilemedi. Bu kötü adam, bu güzelliğe bunları nasıl yapabilirdi. Öfkeyle Selman'ın üzerine fırladı.

"Işık'ı bırak" diye bağırıyordu aklını yitirmiş gibi. "Işık'ı bırak, Işık ablama dokunma, onu bırak. Işık ablama bir şey yapma, ben onu çok seviyorum, ona bir şey yapma." Bir yandan da yumruklarını Selman'a savuruyordu. "Niye bunları yapıyorsun Işık ablama?"

Selman ne diyeceğini bilemedi. "Bir günah işlemiş de küçük bir ceza verdim" dedi.

Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanmazdı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder