29 Haziran 2019 Cumartesi

Selim'in Ölümü


Evet. Şanslı olmalıyım çünkü Metin ile Can'ın yanına vardığımda kötü saatler çoktan geride kalmıştı. Selim kefeni yırtmıştı.

Ya da en azından biz öyle düşünüyorduk. O tuhaf kasılmaları, titremeleri, sayıklamaları, kendinden geçişleri ve anlamsız konuşmaları, sıçrayışları ve kaskatı geri düşüşleri, yaşamdaki birkaç dostundan üçünün neler olduğunu anlayamadan ve ellerinden hiçbir şey gelmeden çaresizce onu seyrettiği anlar geride kalmıştı.

Daha önce birkaç kez değişik zamanlarda ve yerlerde, değişik biçimlerde başına geldiği gibi. Selim kefeni yırtmıştı. Şanslı olmalıyım çünkü Selim'i öyle görmeye dayanamazdım. Bencilce bir duygu ve düşünce, biliyorum. Melda da Güneş'in en küçük bir hastalığında kapıldığım panikten ve yaşadığım çaresizliklerden nefret ederdi. Donup kalırdım. Kıpırdamadan dakikalarca dururdum. Aklımdan neler geçtiğini sonradan hiç hatırlamazdım. "Bembeyaz suratınla öyle duracağına kıpırda, bir şeyler yap" derdi Melda. Hiçbir şey yapmazdım. Melda ağlayarak elinden geleni yapmaya çalışırdı ve yapardı. Birkaç kez yaptıkları işe yaramayınca hazırlanmış ve Güneş'i de hazırlamış, benim hâlâ umutsuz bir çaresizlikle ona bakmakta olduğumu görünce de "Bir zahmet kıpırda, bu saatte ana kız yalnız gitmeyelim hastaneye" demişti. Aramızdaki ilişki belki de o anlardan birinde kopmuştu. Neyse ki şimdi yaşamdaki birkaç dostundan üçünün çaresizce Selim'i seyrettiği anlar geride kalmıştı. Üstelik ona bakarken ölüp ölmeyeceğini, ölürse kimseye ve kendime de itiraf edemeyeceğim bir sevinç duyup duymayacağımı düşünmekten kurtulmuştum. Selim kefeni bir kez daha yırtmıştı.

Çevredeki alışılmadık güvenlik önlemleri dikkatimi çekmişti ve bu yüzden içeride Mahir'le karşılaşınca hiç şaşırmamıştım. Eskiden beri hakkında tuhaf sözler söylenirdi Mahir'in ve gizli ilişkileriyle ilgili bir sürü ayrıntı anlatılırdı. Pek anladığım konular olmadığı için söylenenlere pek aldırmazdım. İnsanların birbirlerine niçin yakın ya da uzak olduklarını anlamak kolay değil. Metin'in ve Can'ın neler yaptığını ve yaşamlarında kimler olduğunu niçin hiç merak etmedim, Mahir'in adını çok duyduğum halde niçin bir kez olsun bile arayıp görüşmek istemedim, bilmiyorum. Melda ve ben niçin aynı evde yıllarca birlikte yaşadığımız ve Güneş gibi bir güzellikle buluşabildiğimiz halde yakın olamadık, Selim ve Melda sınırlı sayıdaki karşılaşmaları sayılmazsa niçin yaşamlarında yalnızca tek bir gün gerçekten birlikte olabildikleri halde zamana ve uzaya böylesine meydan okuyan bağlarla bağlanabildiler, bunu anlamak pek zor. Kendilerinin bile anladıklarını sanmıyorum. Ama bu olan her neyse, onlara verdiği mutluluğun kat kat fazlasını dayanılmaz bir acı olarak bana gönderiyor. Dayanılmaz bir ağlama isteği tenimi, bedenimi, zihnimi, her yerimi ve ruhumu kaplıyor. Sürekli büyüyen bir ölme isteğiyle başa çıkmaya ve yaşamaya çalışıyorum. Çok zorlandığımda Güneş'i düşünüyorum. Güneş bana umut ve dayanma gücü veriyor.

Selim kefeni bir kez daha yırtmıştı ve farklı dünyalardan gelen üç arkadaşı Selim'in yanındaydı. Ben de yanlarına katıldım. Tuhaftı. Mahir ve Selim en karşıt uçlarda oldukları, Metin'in ve Can'ın Selim'in düşündükleri ve yaptıklarıyla en küçük bir ilgileri olmadığı, bense dünyadaki tüm görüşlere olduğu gibi onların her birinin söylediklerine de eşit uzaklıkta olduğum halde; aramızda anlaşılması zor bir yakınlık vardı. Eskilerden kalan ilişkilerin bir özelliği olsa gerek. Geçmişte arada hiç dostluk olmasa bile, zaman insanı yalnızlaştırdıkça geçmişin uzak tanıdık yüzlerini ve seslerini yakında bulmak yeni bağlar yaratıyor. Belki de zaten olan ama anlaşılamamış yakınlıkların görünür olmasını sağlıyor.

Şanslı olmalıyım çünkü Metin ile Can'ın yanına vardığımda kötü saatler geride kalmıştı.

Selim'in ölümü şimdilik gerçekleşmemişti. Ama bu hiç ölmeyeceği anlamına gelmiyordu.

....

Selim ekrandaki tuhaf yazılara yeniden baktı. "Bunları ben yazmış olamam" diye düşündü. Bilgisayara saklanmış gizli yazarın kim olduğunu merak etti. Melda'nın yaşamına yeniden başlamasını sağlayacak yepyeni bir öykü yazabilmesini çok isterdi. Bu düşünce kalan gücünü de tüketti. Yaşam duygusu bedeninden çekildi. Kendisini sokağa zor attı. Güneşi teninde hissetmeye çalıştı.

24 Haziran 2019 Pazartesi

Yarın Nasıl Olacak?


Selim son günlerde yaptığı yürüyüşlerde karşısına çıkan insanların gözlerinde, epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görüyordu. Galiba yaşamın tüm güzelliği ve anlamı, yaşama inanmakta saklıydı. "Her şey güzel olacak" diyebildiğiniz ve buna inanabildiğiniz zaman, dünya bir başka görünüyordu. Çevreye baktığınızda yalnızca insanlığı kaplamakta olan bir karanlığı gördüğünüzde ve bunu zihninizin ve teninizin her noktasında hissettiğinizdeyse, bekleyebileceğiniz bir gelecek kalmıyordu.

Selim son günlerde karşılaştığı insanların gözlerinde epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görmüştü. Yine çok korkmuştu. Gecenin en karanlık zamanı, güneşin doğmasının en yakın olduğu zamandı ama ışıktan korkanlar da güneşin doğuşunu geciktirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. İnsanların tümü ortak geleceklerini korumak için birleştiğinde, insanlık her yanı kaplayacaktı. İnsanlığın onları yeryüzünden sileceğini düşünenler; diğerlerini etkisizleştirmek, bölmek ve yok etmek için akla gelebilecek veya asla düşünülemeyecek her türlü kötülüğü yapıyorlardı.

Selim son günlerde karşılaştığı insanların gözlerinde epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görmüştü. Galiba yaşamın tüm güzelliği ve anlamı, yaşama inanmakta saklıydı. "Her şey güzel olacak" diyebildiğiniz ve buna inanabildiğiniz zaman, dünya bir başka görünüyordu. Selim kendi içinden ve yakın çevresinden öyle çok güzellik yitirmişti ki artık geleceğin güzelliği bile onu çok ilgilendirmiyordu. Yalnızca Işık'ların artık ölmemesini, insanların yaşama ve çocuklara, insanlığa ve geleceğe inanabilmesini, doğayı ve birbirlerini sevebilmesini istiyordu. Yarının nasıl olacağını bilmiyordu ama bu onun için önemli değildi. Yarını yaşayabilmek için bugünü yaşamak gerekiyordu ve artık Selim'in yaşayacağı bir bugün kalmamıştı. Oysa bir zamanlar çevresinde ve geleceğinde çok fazla ışık olduğunu, çok daha fazlasını da bulabileceğini düşünürdu. Elinden geleni yapmıştı. Çevresinde hep birlikte yaşamın tadını çıkarabilecekleri, kendilerini ve birbirlerini ve bu gezegende yaşayan her canlıyı ve bu dünyanın her damlasını severek birlikte mutluluk senfonileri yazabilecekleri ışık halkaları olmasını istemişti. Ama dostlarının ışığıyla aydınlanamamıştı. Tuhaf bir şekilde, kendisine en yakın bulduğu arkadaşlarından birisi Kartal olmuştu. Bunun nedeni neydi? Gerçekten çok konuda iyi anlaşmaları mı, aralarında ikisini de aydınlatan Melda gibi bir güneş olması mı, hiçbir uyuşmazlık yaşayamayacak kadar ayrı kişilikleri ve bakış açılarının bulunması mı? Kartal'ı kendisine Can'dan ve Metin'den bile yakın hissetmesinin nedeni neydi? Hiç kimseyle her konuda anlaşamıyordu ama Kartal'la aynı düşündüğü tek bir konu bulmak bile çok zordu. Her ne olursa olsun, Melda'nın iyi ve güzel olduğu, her zaman iyi ve güzel olacağı ve onun yaşamının iyi ve güzel geçmesi için ne gerekirse yapmaya ikisinin de hep hazır oldukları dışında. Melda'nın yaşamını düşününce ikisi de büyük bir acı duyuyorlardı. Melda için en iyisini yapmaya çalışmışlar, ona yalnızca mutsuzluk ve yalnızlık verebilmişler, onu tek başına Güneş'in sorumluluğuyla bırakmışlardı. Kartal kendi bugününü yaşıyordu. Selim yarının nasıl olacağını bilmiyordu. Melda'ya ve Güneş'e daha güzel bir dünya bırakabilmenin bir yolunu bulabilmeyi çok isterdi. Aslında tüm insanların birbirleriyle ve doğayla barış içinde yaşayabilecekleri bir yaşam biçiminin kurulabileceğine çok inanmıştı. Ne yazık ki gelişmeler ne Selman'ın, ne Işık'ın, ne de Selim'in düşündüğü gibi olmamıştı. Düşüncelerle yaşam, kitaplarla gerçeklik, istenip planlananla uygulanıp gerçekleşen arasındaki ilişkinin karmaşık ayrıntılarını anlayabilmek ve geleceği belirleyebilmek hiç kolay değildi. Yaşamlar değiştikçe düşünceler değişiyordu ve ancak düşünceler geliştikçe insanlar gelişebiliyordu.

Selim son yıllarda yaptığı yürüyüşlerde karşılaştığı insanların gözlerinde, çok fazla kaygı ve acı, pek az ışık ve umut görmüştü. Erkeklerin ve kadınların çocuklara, birbirlerine ve doğaya ettiklerine inanamıyordu. İnsan insan oldukça, insanın insan olması zorlaşmıştı. Işık hızıyla yaklaşabiliyordu güzellliklere ve aynı hızla uzaklaşabiliyordu onlardan geride büyük acılar bırakarak. İnsan insan olup güçlendikçe, yaşamayı ve insan olmayı unutmuştu.

Selim "Yarın nasıl olacak?" diye düşündü. "Yarın her şey çok güzel olacak" diyebilmeyi çok isterdi. Ne yazık ki ne doğada, ne de insanın yarattığı tuhaf dünyalarda geleceği kesin olarak bilmek ve belirlemek olanaksızdı. Telefon çaldı. Işık arıyordu.

"Akşam geliyorum" dedi. "Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Bu akşam her şey çok güzel olacak."