Selim’in Küçük Öyküleri
1 Mart 2020 Pazar
Selim'in Savaşları
Selim babasından, annesinden ve Selman'dan dinlediği savaşları düşündü. Bir ara Selman abisi Aydın amcasıyla babasının tartışmalarından da söz etmişti. Savaş tuhaf bir kavramdı, Selim kavgacı bir çocuk değildi, savaşı anlaması zordu. Kavga etmesi çok uzun süre hiç gerekmemişti. Önce annesi Selim'i korumuştu, sonra sert ve güçlü bir adam olan babasının varlığı ona zarar vermek isteyenleri uzak tutmuştu, daha sonra da Selman Selim'in yaşadığı sorunlarda hep onun yanında olmuş, kardeşine dokunmaya kalkanların karşısında durmuştu. O yıllarda Selim selman'a çok güveniyor, ne zaman ihtiyaç duysa abisinin yanında belirip onu kurtaracağına inanıyordu. Selman babasıyla pek konuşup tartışmazdı, bunu yapmayı zaten beceremezlerdi ama Aydın Amca'nın Ahmet amcasıyla uzun ve zorlu tartışmalar yaptığını sonradan Selim çok duymuştu. Selman'ın verdiği kitapları okuduktan sonra dünyada ve tarihte yaşanmış her şey gibi, savaşların da öykülerini anlamaya ve kafasında onların birbirleriyle ve yaşamla ilişkilerinin öykülerini yazmaya başlamıştı. Selim çok küçükken çocuklar bir gün Selim'i çok fena dövmüşlerdi. Selim Selman abisine şikâyet etmeyi gururuna yedirememişti ama abisi daha sonra durumu öğrenmişti. Selim abisinin onun arkadaşlarını neredeyese ondan bile iyi tanıdığını görünce şaşırmıştı. Selim hem çevresindekilerin kimler olduğunu anlayacak kadar dikkatli, hem de kendini koruyabilecek kadar güçlü olması gerektiğini o zaman anlamıştı. Selman'ın verdiklerinden ve daha sonra bulduklarından okudukça Selim Troya'nın ve İskender'in, Roma'nın ve Bizans'ın, Avrupa'nın ve Asya'nın, Afrika'nın ve Amerika'nın savaşlarının neler getirdiğini ve götürdüğünü öğrenmeye ve anlamaya başlamıştı. Görebildiği kadarıyla insanlığın başına gelebilecek iki tür yıkım vardı. Doğadan gelen depremler ve toplumdan gelen çatışmalar. Savaşlar ülkelerin ister içlerinde, ister dışlarında yaşansınlar; sonuçta huzur ve mutluluk getirmiyorlardı. Depremler önlenemiyordu ama savaşlardan çatışmalardan kaçınarak uzak durulabilirdi. Selman abisi Aydın Amca'nın soğuk savaşların sıcak savaşlardan daha tehlikeli olduğunu ve korkunç felaketlere neden olabileceğini söylediğini anlatmıştı. Selim daha sonra bu durumu enerjinin birikmesine ve açığa çıkmasına benzetmişti. Kar veya su yukarılarda biriktiği, yay gerildiği, barut veya nükleer enerji silahlarda depolandığı zaman bir anda açığa çıkarak her yanı kaplayabilecek hatta yaşamın tümünü ortadan kaldırabilecek bir güç Demokles'in kılıcı gibi dünyanın üzerine yerleşip bekliyordu. Selman soğuk savaşların sıcak savaşlara dönüşmemesi için silahsızlanma ve barış kampanyaları yapıldığını anlatmıştı. Selim de hiçbir zaman savaş yanlısı olmamıştı. Selman bir gün çocukluğunda bir gece yapılmış olan karartma için babasının yaptığı hazırlıkları anlatmıştı. "Babamı sen henüz yeterince tanımıyorsun, kurallara öylesine bağlıdır ve yapılması gereken işleri öylesine titizlikle yapar ki hayat etrafındakiler için bazen çok zor olur. Çocukluğumda bir komşu ülkeyle bir savaş tehlikesi gündeme gelmişti. Nedenini bilmiyorum, karartma yapılacaktı. Ben küçüktüm. Evin içinde bir kenarda oynuyordum. Annem mutfaktaydı. Babam bütün gün pencereleri nasıl kapatacağını düşündü. Dışarıya ışık sızmaması için tüm camları bulabildiği battaniyelerle ve kumaşlarla kapadı. İçeride karanlıkta kalmamamız için gereken yerlerde bir iki ampulü de mavi kâğıtla kapladı. O gün hiç korkmamıştım. Bana dışarıda arkadaşlarla oynadığımız oyunları evde kendi aramızda oynuyoruz gibi gelmişti. Neyse ki o dönemde ve sonrasında bizim içinde olduğumuz büyük bir savaş olmadı. Aslında ülkenin içinde ve dünyanın her yerinde barış sağlanmasının önemini insan çatışmaların ağır yüklerini hissettikçe anlıyor. Dışarıdaki savaşlar ve içerideki küçük çatışmalar bile büyük sarsıntılar yaratabiliyor. Ne yazık ki biz düşündüğümüz iç barışı sağlayamadık ufaklık, umarım siz küresel huzuru bulabilir, daha güzel bir dünyada yaşayabilirsiniz." Abisinin sözlerinin önemini Selim büyüdükçe anlamıştı. Aslında belki henüz küresel bir felâkete neden olacak bir nükleer patlama yaşanmamıştı ama doğanın ve toplumların içine yerleştirilmiş gizli silahlar sürekli çoğalmıştı. Beklenmedik anlarda ürkütücü patlamalar olmuştu ve ne yazık ki doğal ve toplumsal depremler için alınması gereken önlemler hiçbir zaman yönetme sorumluluğunu üstlenmiş olanların önceliği olmamıştı. Selim unutamadığı bir fotoğraftaki çocuğu hatırlayıp düşündü. Çocuklar ölmüştü ve ölmeye devam ediyorlardı. Çocukların ölmeyeceği, yaşamın güzelliklerinin tadını doya doya çıkarabileceği bir dünyayı umutsuzca özledi. Boğulacak gibiydi. Yaşam duygusu bedeninden çekildi. Kendisini sokağa zor attı. Eskisi gibi soğuk olmayan sıcak bir kış gününde güneşi hissetmeye çalıştı.
Demokles'in kılıcı, https://tr.wikipedia.org/wiki/Demokles%27in_k%C4%B1l%C4%B1c%C4%B1
Selim'in Öyküleri
http://seliminoykuleri.blogspot.com/2016/11/selimin-oykuleri.html
Çocuklarımı Öldürdüler
http://seliminkucukoykuleri.blogspot.com/2018/06/cocuklarm-oldurduler.html
Etiketler:
1812,
Ahmet,
amca,
Aydın,
Ayten,
Bizans,
Demokles'in kılıcı,
dünya,
İskender,
kavga,
öykü,
Richard Westall,
Roma,
savaş,
Selim,
Selman,
Sword of Damocles,
tarih,
Troya
6 Aralık 2019 Cuma
COPYRIGHT THEFTS, IMAGES AT LIGHT SPEED
"May I steal your image?"
I remember an introduction of a kind of speaking dictionary I had seen in the years I was not aware of a future with intelligent computers, automatic translation, and other tools for communication and sharing life at light speed. It had a built-in question to be asked in six languages:
"May I take your photograph?"
It should have been developed to help the photographers shooting pictures in other countries.
The world is different now. I am sure our images exist in many temporary and permanent, personal and official records. They are being archived, copied, and shared unlimitedly. These images are not limited with our faces and bodies together with our lives, but they include everything we have and produce. Protecting the rights of a book is not as easy and simple like before now; as it could be when texts and images were written, drawn, and copied manually. The question above can still have a meaning for pictures close at portrait level, but I don't think it can be possible to limit the pictures taken with phone cameras.
This limitation problematic is also valid for text and image quotes. A text quote can be defined as "a small part or a summary of an original text used for a specific purpose giving reference to the source, and an image quote can be "a small part or a low resolution copy of an original image.
Using a product without making an agreement to define and protect mutual rights is neither ethic nor legal. However, in the era of communication at light speed, it is not so easy to create an efficient system to manage the giant data growing exponentially. Asking permission for taking a picture of a face in the crowd of daily life or using an image posted in the social communication system is not practically possible. In a world of monitoring networks and face recognition technics, our faces are inevitably public. It may be useful to define public and copyright protected data simply but effectively.
Public data: Informative data that can be used freely for non-commercial purposes.
Copyright protected data: Data created with investment in time and resources for a specific product.
For clarification, a picture at high resolution and a full text should be considered as informative public data which can be used freely giving reference to the source if they are accessible on Internet, but a product must not be made open to public and must not be used without a mutual agreement.
There is no need to ask "May I take your picture?" to everyone in the crowd of the street or request permission for quoting a text or an image information available in any media, as long as they are not used commercially. However in case of a commercial product, I don't think the famous word "borrowing" will be a good alternative for "stealing", since what had been taken will not be returned. It will be better to ask as "How much I have to pay for this to use in this way?" or directly as "May I steal your image or text?" if you don't intend to pay.
....
Selim read what he had written carefully. It was not a story. It was a reflection from the past. It was a trial for explaining what was going on in the new life styles that the odd era of communication at light speed had brought. People had not been trustable during the mechanical age. People were still not trustable in the electronic age. Mechanical doors and keys had been replaced with digital doors and keys. Data in the form of images, sounds, and texts were everywhere. People were swimming in an ocean of data. The new communication system would really bring a new era if they could all be enlightened with the power of knowledge. However, knowledge was too far away. It had been lost behind the curtains of vast and meaningless data, arbitrary data created for no reason, or for disinformation. In the mechanical age of the past, it was difficult and time consuming to reach and access knowledge. In the electronic age of communication at light speed, it was easy and fast to contact with giant data, but there was not sufficient time to reach, understand, develope and use knowledge. It was possible to steal images, sounds, texts, and any kind of information and knowledge materials. It was not possible though to extablish real and strong connections based on knowledge and wisdom. Bodies and minds owned everything, but they had nothing of their own. They were just receiving and transmitting the signals coming from infinite number of sources. They had lost their individualities, existences, and futures.
Selim's Tiny Stories
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.2055672671213670/2057030411077896/?type=3&theater"May I steal your image?"
I remember an introduction of a kind of speaking dictionary I had seen in the years I was not aware of a future with intelligent computers, automatic translation, and other tools for communication and sharing life at light speed. It had a built-in question to be asked in six languages:
"May I take your photograph?"
It should have been developed to help the photographers shooting pictures in other countries.
The world is different now. I am sure our images exist in many temporary and permanent, personal and official records. They are being archived, copied, and shared unlimitedly. These images are not limited with our faces and bodies together with our lives, but they include everything we have and produce. Protecting the rights of a book is not as easy and simple like before now; as it could be when texts and images were written, drawn, and copied manually. The question above can still have a meaning for pictures close at portrait level, but I don't think it can be possible to limit the pictures taken with phone cameras.
This limitation problematic is also valid for text and image quotes. A text quote can be defined as "a small part or a summary of an original text used for a specific purpose giving reference to the source, and an image quote can be "a small part or a low resolution copy of an original image.
Using a product without making an agreement to define and protect mutual rights is neither ethic nor legal. However, in the era of communication at light speed, it is not so easy to create an efficient system to manage the giant data growing exponentially. Asking permission for taking a picture of a face in the crowd of daily life or using an image posted in the social communication system is not practically possible. In a world of monitoring networks and face recognition technics, our faces are inevitably public. It may be useful to define public and copyright protected data simply but effectively.
Public data: Informative data that can be used freely for non-commercial purposes.
Copyright protected data: Data created with investment in time and resources for a specific product.
For clarification, a picture at high resolution and a full text should be considered as informative public data which can be used freely giving reference to the source if they are accessible on Internet, but a product must not be made open to public and must not be used without a mutual agreement.
There is no need to ask "May I take your picture?" to everyone in the crowd of the street or request permission for quoting a text or an image information available in any media, as long as they are not used commercially. However in case of a commercial product, I don't think the famous word "borrowing" will be a good alternative for "stealing", since what had been taken will not be returned. It will be better to ask as "How much I have to pay for this to use in this way?" or directly as "May I steal your image or text?" if you don't intend to pay.
....
Selim read what he had written carefully. It was not a story. It was a reflection from the past. It was a trial for explaining what was going on in the new life styles that the odd era of communication at light speed had brought. People had not been trustable during the mechanical age. People were still not trustable in the electronic age. Mechanical doors and keys had been replaced with digital doors and keys. Data in the form of images, sounds, and texts were everywhere. People were swimming in an ocean of data. The new communication system would really bring a new era if they could all be enlightened with the power of knowledge. However, knowledge was too far away. It had been lost behind the curtains of vast and meaningless data, arbitrary data created for no reason, or for disinformation. In the mechanical age of the past, it was difficult and time consuming to reach and access knowledge. In the electronic age of communication at light speed, it was easy and fast to contact with giant data, but there was not sufficient time to reach, understand, develope and use knowledge. It was possible to steal images, sounds, texts, and any kind of information and knowledge materials. It was not possible though to extablish real and strong connections based on knowledge and wisdom. Bodies and minds owned everything, but they had nothing of their own. They were just receiving and transmitting the signals coming from infinite number of sources. They had lost their individualities, existences, and futures.
Selim's Tiny Stories
https://www.facebook.com/mehmetarat2000X/photos/a.2055672671213670/2057030411077896/?type=3&theater
Etiketler:
copyright,
image,
informationi knowledge,
light,
photograph,
picture,
Selim,
speed,
story,
text,
theft
29 Haziran 2019 Cumartesi
Selim'in Ölümü
Evet. Şanslı olmalıyım çünkü Metin ile Can'ın yanına vardığımda kötü saatler çoktan geride kalmıştı. Selim kefeni yırtmıştı.
Ya da en azından biz öyle düşünüyorduk. O tuhaf kasılmaları, titremeleri, sayıklamaları, kendinden geçişleri ve anlamsız konuşmaları, sıçrayışları ve kaskatı geri düşüşleri, yaşamdaki birkaç dostundan üçünün neler olduğunu anlayamadan ve ellerinden hiçbir şey gelmeden çaresizce onu seyrettiği anlar geride kalmıştı.
Daha önce birkaç kez değişik zamanlarda ve yerlerde, değişik biçimlerde başına geldiği gibi. Selim kefeni yırtmıştı. Şanslı olmalıyım çünkü Selim'i öyle görmeye dayanamazdım. Bencilce bir duygu ve düşünce, biliyorum. Melda da Güneş'in en küçük bir hastalığında kapıldığım panikten ve yaşadığım çaresizliklerden nefret ederdi. Donup kalırdım. Kıpırdamadan dakikalarca dururdum. Aklımdan neler geçtiğini sonradan hiç hatırlamazdım. "Bembeyaz suratınla öyle duracağına kıpırda, bir şeyler yap" derdi Melda. Hiçbir şey yapmazdım. Melda ağlayarak elinden geleni yapmaya çalışırdı ve yapardı. Birkaç kez yaptıkları işe yaramayınca hazırlanmış ve Güneş'i de hazırlamış, benim hâlâ umutsuz bir çaresizlikle ona bakmakta olduğumu görünce de "Bir zahmet kıpırda, bu saatte ana kız yalnız gitmeyelim hastaneye" demişti. Aramızdaki ilişki belki de o anlardan birinde kopmuştu. Neyse ki şimdi yaşamdaki birkaç dostundan üçünün çaresizce Selim'i seyrettiği anlar geride kalmıştı. Üstelik ona bakarken ölüp ölmeyeceğini, ölürse kimseye ve kendime de itiraf edemeyeceğim bir sevinç duyup duymayacağımı düşünmekten kurtulmuştum. Selim kefeni bir kez daha yırtmıştı.
Çevredeki alışılmadık güvenlik önlemleri dikkatimi çekmişti ve bu yüzden içeride Mahir'le karşılaşınca hiç şaşırmamıştım. Eskiden beri hakkında tuhaf sözler söylenirdi Mahir'in ve gizli ilişkileriyle ilgili bir sürü ayrıntı anlatılırdı. Pek anladığım konular olmadığı için söylenenlere pek aldırmazdım. İnsanların birbirlerine niçin yakın ya da uzak olduklarını anlamak kolay değil. Metin'in ve Can'ın neler yaptığını ve yaşamlarında kimler olduğunu niçin hiç merak etmedim, Mahir'in adını çok duyduğum halde niçin bir kez olsun bile arayıp görüşmek istemedim, bilmiyorum. Melda ve ben niçin aynı evde yıllarca birlikte yaşadığımız ve Güneş gibi bir güzellikle buluşabildiğimiz halde yakın olamadık, Selim ve Melda sınırlı sayıdaki karşılaşmaları sayılmazsa niçin yaşamlarında yalnızca tek bir gün gerçekten birlikte olabildikleri halde zamana ve uzaya böylesine meydan okuyan bağlarla bağlanabildiler, bunu anlamak pek zor. Kendilerinin bile anladıklarını sanmıyorum. Ama bu olan her neyse, onlara verdiği mutluluğun kat kat fazlasını dayanılmaz bir acı olarak bana gönderiyor. Dayanılmaz bir ağlama isteği tenimi, bedenimi, zihnimi, her yerimi ve ruhumu kaplıyor. Sürekli büyüyen bir ölme isteğiyle başa çıkmaya ve yaşamaya çalışıyorum. Çok zorlandığımda Güneş'i düşünüyorum. Güneş bana umut ve dayanma gücü veriyor.
Selim kefeni bir kez daha yırtmıştı ve farklı dünyalardan gelen üç arkadaşı Selim'in yanındaydı. Ben de yanlarına katıldım. Tuhaftı. Mahir ve Selim en karşıt uçlarda oldukları, Metin'in ve Can'ın Selim'in düşündükleri ve yaptıklarıyla en küçük bir ilgileri olmadığı, bense dünyadaki tüm görüşlere olduğu gibi onların her birinin söylediklerine de eşit uzaklıkta olduğum halde; aramızda anlaşılması zor bir yakınlık vardı. Eskilerden kalan ilişkilerin bir özelliği olsa gerek. Geçmişte arada hiç dostluk olmasa bile, zaman insanı yalnızlaştırdıkça geçmişin uzak tanıdık yüzlerini ve seslerini yakında bulmak yeni bağlar yaratıyor. Belki de zaten olan ama anlaşılamamış yakınlıkların görünür olmasını sağlıyor.
Şanslı olmalıyım çünkü Metin ile Can'ın yanına vardığımda kötü saatler geride kalmıştı.
Selim'in ölümü şimdilik gerçekleşmemişti. Ama bu hiç ölmeyeceği anlamına gelmiyordu.
....
Selim ekrandaki tuhaf yazılara yeniden baktı. "Bunları ben yazmış olamam" diye düşündü. Bilgisayara saklanmış gizli yazarın kim olduğunu merak etti. Melda'nın yaşamına yeniden başlamasını sağlayacak yepyeni bir öykü yazabilmesini çok isterdi. Bu düşünce kalan gücünü de tüketti. Yaşam duygusu bedeninden çekildi. Kendisini sokağa zor attı. Güneşi teninde hissetmeye çalıştı.
24 Haziran 2019 Pazartesi
Yarın Nasıl Olacak?
Selim son günlerde yaptığı yürüyüşlerde karşısına çıkan insanların gözlerinde, epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görüyordu. Galiba yaşamın tüm güzelliği ve anlamı, yaşama inanmakta saklıydı. "Her şey güzel olacak" diyebildiğiniz ve buna inanabildiğiniz zaman, dünya bir başka görünüyordu. Çevreye baktığınızda yalnızca insanlığı kaplamakta olan bir karanlığı gördüğünüzde ve bunu zihninizin ve teninizin her noktasında hissettiğinizdeyse, bekleyebileceğiniz bir gelecek kalmıyordu.
Selim son günlerde karşılaştığı insanların gözlerinde epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görmüştü. Yine çok korkmuştu. Gecenin en karanlık zamanı, güneşin doğmasının en yakın olduğu zamandı ama ışıktan korkanlar da güneşin doğuşunu geciktirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. İnsanların tümü ortak geleceklerini korumak için birleştiğinde, insanlık her yanı kaplayacaktı. İnsanlığın onları yeryüzünden sileceğini düşünenler; diğerlerini etkisizleştirmek, bölmek ve yok etmek için akla gelebilecek veya asla düşünülemeyecek her türlü kötülüğü yapıyorlardı.
Selim son günlerde karşılaştığı insanların gözlerinde epeydir görmediği kadar çok ışık ve umut görmüştü. Galiba yaşamın tüm güzelliği ve anlamı, yaşama inanmakta saklıydı. "Her şey güzel olacak" diyebildiğiniz ve buna inanabildiğiniz zaman, dünya bir başka görünüyordu. Selim kendi içinden ve yakın çevresinden öyle çok güzellik yitirmişti ki artık geleceğin güzelliği bile onu çok ilgilendirmiyordu. Yalnızca Işık'ların artık ölmemesini, insanların yaşama ve çocuklara, insanlığa ve geleceğe inanabilmesini, doğayı ve birbirlerini sevebilmesini istiyordu. Yarının nasıl olacağını bilmiyordu ama bu onun için önemli değildi. Yarını yaşayabilmek için bugünü yaşamak gerekiyordu ve artık Selim'in yaşayacağı bir bugün kalmamıştı. Oysa bir zamanlar çevresinde ve geleceğinde çok fazla ışık olduğunu, çok daha fazlasını da bulabileceğini düşünürdu. Elinden geleni yapmıştı. Çevresinde hep birlikte yaşamın tadını çıkarabilecekleri, kendilerini ve birbirlerini ve bu gezegende yaşayan her canlıyı ve bu dünyanın her damlasını severek birlikte mutluluk senfonileri yazabilecekleri ışık halkaları olmasını istemişti. Ama dostlarının ışığıyla aydınlanamamıştı. Tuhaf bir şekilde, kendisine en yakın bulduğu arkadaşlarından birisi Kartal olmuştu. Bunun nedeni neydi? Gerçekten çok konuda iyi anlaşmaları mı, aralarında ikisini de aydınlatan Melda gibi bir güneş olması mı, hiçbir uyuşmazlık yaşayamayacak kadar ayrı kişilikleri ve bakış açılarının bulunması mı? Kartal'ı kendisine Can'dan ve Metin'den bile yakın hissetmesinin nedeni neydi? Hiç kimseyle her konuda anlaşamıyordu ama Kartal'la aynı düşündüğü tek bir konu bulmak bile çok zordu. Her ne olursa olsun, Melda'nın iyi ve güzel olduğu, her zaman iyi ve güzel olacağı ve onun yaşamının iyi ve güzel geçmesi için ne gerekirse yapmaya ikisinin de hep hazır oldukları dışında. Melda'nın yaşamını düşününce ikisi de büyük bir acı duyuyorlardı. Melda için en iyisini yapmaya çalışmışlar, ona yalnızca mutsuzluk ve yalnızlık verebilmişler, onu tek başına Güneş'in sorumluluğuyla bırakmışlardı. Kartal kendi bugününü yaşıyordu. Selim yarının nasıl olacağını bilmiyordu. Melda'ya ve Güneş'e daha güzel bir dünya bırakabilmenin bir yolunu bulabilmeyi çok isterdi. Aslında tüm insanların birbirleriyle ve doğayla barış içinde yaşayabilecekleri bir yaşam biçiminin kurulabileceğine çok inanmıştı. Ne yazık ki gelişmeler ne Selman'ın, ne Işık'ın, ne de Selim'in düşündüğü gibi olmamıştı. Düşüncelerle yaşam, kitaplarla gerçeklik, istenip planlananla uygulanıp gerçekleşen arasındaki ilişkinin karmaşık ayrıntılarını anlayabilmek ve geleceği belirleyebilmek hiç kolay değildi. Yaşamlar değiştikçe düşünceler değişiyordu ve ancak düşünceler geliştikçe insanlar gelişebiliyordu.
Selim son yıllarda yaptığı yürüyüşlerde karşılaştığı insanların gözlerinde, çok fazla kaygı ve acı, pek az ışık ve umut görmüştü. Erkeklerin ve kadınların çocuklara, birbirlerine ve doğaya ettiklerine inanamıyordu. İnsan insan oldukça, insanın insan olması zorlaşmıştı. Işık hızıyla yaklaşabiliyordu güzellliklere ve aynı hızla uzaklaşabiliyordu onlardan geride büyük acılar bırakarak. İnsan insan olup güçlendikçe, yaşamayı ve insan olmayı unutmuştu.
Selim "Yarın nasıl olacak?" diye düşündü. "Yarın her şey çok güzel olacak" diyebilmeyi çok isterdi. Ne yazık ki ne doğada, ne de insanın yarattığı tuhaf dünyalarda geleceği kesin olarak bilmek ve belirlemek olanaksızdı. Telefon çaldı. Işık arıyordu.
"Akşam geliyorum" dedi. "Bu fırsatı kaçırmak istemedim. Bu akşam her şey çok güzel olacak."
12 Mayıs 2019 Pazar
Selman'ın Sigarası
Kendisine, Işık Abla'ya ve ona yaptığı kötülükleri düşündükçe Selman'a çok kızıyordu Selim. İlk düş kırıklığını abisinin sigara içtiğini gördüğünde yaşamıştı. Sonra bazı başka davranışları da dikkatini çekmişti. Annesi, babasının sigara içmesinden hoşlanmıyordu ve Selim bunu hep hissetmişti. Annesinin bir düşüncesinin yanlış olabileceğine asla inanmazdı Selim, bu yüzden yaşamında da sigara hiç olmamıştı. Selman'a da bırakması için ısrar etmeye kalkmış, "Sen kendi işine bak ufaklık" yanıtını almıştı.
Bir gün eve üzerinde "Ahmet Bey ve Ayten Hanım" yazılı bir zarf gelmiş, birkaç gün sonra bir akşam babası ve annesi hazırlanarak evden gitmişlerdi. Annesi "Fazla geç yatma Selim, abine uyma" demişti. Annesini bu elbise içinde daha önce görmemişti. Çok güzel görünüyordu. Babasınıysa giydiği takımda daha önce çok görmüştü. Gittiği düğünlerde kadınların renkli ve çeşitli, erkeklerinse siyah beyaz ve aynı tip giyindiği dikkatini çekmişti. Bu toplantıya onu neden götürmediklerini bilmiyordu. Selman zaten genellikle "Ne işim var benim orada" diyerek bu tür törenlere gelmiyordu.
Annesi ve babası gittikten kısa bir süre sonra Işık Abla gelince Selim şaşırdı ama çok da sevindi. "Işık Abla, hoş geldin" diye bağırdı. Selman onun sevincini pek hoş karşılamadı. "Bizim işlerimiz var ufaklık, sen kendi odanda oyalan ve sesini çıkarma fazla" dedi. Selim abisinin her söylediğini yapardı. Buna da karşı çıkmayıp gitti.
Bir süre sonra Işık Abla'nın bağırdığını duyar gibi oldu. Önce yerinden kıpırdamadı. Selman söylediklerini yapmadığında çok kızıyordu. Ama ses bir kez daha gelince Selman'ın odasının kapısına gidip içeriyi dinledi.
"Biraz yumuşak ol, canımı acıtıyorsun" dedi Işık Abla.
"Canının acıması hoşuma gidiyor, seni daha çok seviyorum" dedi abisi.
"Benim hiç hoşuma gitmiyor ama" dedi sert bir sesle Işık Abla. Selim daha önce onun böyle bir tonda konuştuğunu duyduğunu hatırlamıyordu. Selman öfkeyle bağırarak "Benimle böyle konuşamazsın" dedi. Işık Abla bir çığlık attı. "Manyak mısın pis herif" dedi. "Sigaranı bacağımda söndürdün." Selman sakindi. "Bir daha böyle konuşursan yüzünde söndürürüm" dedi.
Selim donup kalmıştı. Selman'ın sigarasını hiç sevmemişti ama ondan şimdi tümüyle nefret etmişti. Biraz daha büyüdüğünde, Selman'dan Işık'a bunu yaptığı için hesap soracaktı. Şimdiyse ağzını açmaya korkuyordu. sessizce odasına döndü.
22 Nisan 2019 Pazartesi
Ay Parkı
Kızıl bir ışık yürüyordu Selim'in önünde ve biraz uzakta. Saçları ve etekleri esmeyen rüzgârda usulca savruluyordu. Yanında yaşamını taşıyordu. Gençliğinin verdiği bir güçle, hızla yürüyordu bilemediği geleceğinin peşinde. Kızıl bir ışığın çekim gücüne kapılmıştı Selim. Gidebileceği başka hiçbir yer yokmuş gibi onun peşinden yürüyordu. Gidebileceği başka bir yer var mıydı?
Olmayan rüzgârda savrulan saçlarında bir kırmızı ayın ışığını taşıyan Aydan önde, Selim arkada, çok uzun bir yol yürüdüler ve sonunda büyük bir kapıdan içeri girdiler. İçerisi dışarıdan çok farklıydı. Sessizlik ve dinginlik, yerini gürültü ve harekete bırakmıştı. Yalnızlığın yerini kalabalıklar almıştı. Kişiler ve gruplar dört bir yanı doldurmuş, kendilerine yeni yerler arıyorlar ve buluyorlardı. Kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine biniyorlardı. Aydan çevresine bakınıp nereye gideceğine karar vermeye çalıştı. Selim gözlerini ondan ayırmadı. Gitmek istediği başka bir yer yoktu. Onun peşinden gidecekti. Yol araçlarının arasındaki onca seçeneğin içinden hangisine binmek istediğini bilmiyordu. Yalnızca kiminle birlikte olmak istediğini biliyordu.
Selman da bir zamanlar Işık'la birlikte bir başka büyük kapıdan geçip canlılığın ve yaşamın egemen olduğu bir küçük dünyaya girmişti. Selim'in onlarla birlikte gelmesi pek hoşuna gitmemişti ama sesini de çıkaramamıştı. Selim "Işık Abla, ne olur ben de geleyim sizinle" deyince Işık hemen "Neden olmasın Selim, birlikte gidebiliriz üçümüz" deyivarmişti. Selman'ın yüzü asılınca bir süre uzaklaşıp kendi aralarında fısıldaşmışlardı. Neden sonra Selim'in yanına döndüklerinde Selman'ın yüzü hâlâ asıktı ama isteksiz bir şekilde "Peki ufaklık ama ben ne dersem o olacak, şunu bunu isterim diye tutturmayacaksın, bizim işimiz olduğu zaman dediğimiz yerde kıpırdamadan sessizce bekleyeceksin, dönüyoruz dediğimde de sesini çıkarmadan hemen geleceksin" demişti. Dünyalar Selim'in olmuştu. Gittikleri zaman kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine binenleri uzaktan merakla izlemişti. Onlardan birinde olmayı çok istemişti ama söz verdiği için sesini çıkarmamıştı. Sonra Selman bazı işleri olduğunu söyleyip uzaklaşmıştı. Selim Işık Abla'nın yüzündeki gerginliği görüp korkmuştu. Selman giderken "Yarım saate kadar dönerim" demişti. Işık "Ben de geleyim, Selim burada bekler" deyince Selman "Yalnız gitsem daha iyi" diyerek ısrar etmişti. Selim onların telaşlandığını görünce korkmuş, Işık Abla onunla konuşmaya başlayınca sakinleşmişti. Işık Abla zaman ve uzay hücrelerinden, içlerindeki ve dışlarındaki ışıklardan ve karanlıklardan söz etmişti. Bu kadar canlı ve ışıklı bir yerde karanlık olabilmesi Selim'i şaşırtmıştı. Çevreyi birlikte araştırmışlar, hücrelerin özeliklerini anlamaya çalışmışlardı. Kimisinin hızı, kimisinin yüksekliği, bazılarının beklenmedik değişimleri ve sarsıcı etkileri, bazılarınınsa sert kalkış ve duruşları ürkütücüydü. Selim'in uzaktan bakarken bile korktuğunu görünce Işık Abla "Korkmana gerek yok Selim" demişti. "Önemli olan basabileceğin sağlam bir toprak olması, uçmana ve düşmene gerek yok. Yürüyerek ve koşarak da eğlenebilirsin." Selim "Ben en çok karanlık tüneli merak ediyorum" demişti. Selman geciktikçe Selim Işık Abla'nın korkusunu hissetmişti. Selim'in kendisi korkmamıştı. Selman'a asla bir şey olmayacağını biliyordu. Zaman geçtikçe Selim de korkmaya başlamıştı. Sonra Selman gelmişti. "Nerede kaldın?" diye sormuştu Işık Abla. "Bir şey yok" demişti Selman. Işık Abla'yla Selman iki kişilik tekerlekli bir hücreye binip küçük bir bahçede dolaşmışlardı. Selim çok kıskanmış ve surat asmıştı. Sonra Işık Abla'yla Selim bir başka hücreye binmişlerdi. Selim bahçelerinin sonsuza dek yaşamasını istemişti. Sonsuzluk yoktu. Selman "Söz vermiştin ufaklık" demişti. Işık Abla'dan ayrılıp eve dönmüşlerdi.
Aydan önde Selim geride ve uzakta, başka bir dünyanın içinde yürüyorlardı. İçerisi dışarıdan çok farklıydı. Gürültü ve hareket ölümü unutturuyordu. Yalnızlıklar kalabalıkta kaybolmuştu. İnsanlar eğleniyordu. Kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine biniyorlardı. Aydan çevresine bakınıp nereye gideceğine karar vermeye çalıştı. Selim gözlerini ondan ayırmadı. Dünyada gitmek istediği başka bir yer yoktu. Onun peşinden gidecekti. Yol araçlarının arasındaki onca seçeneğin arasından hangisine binmek istediğini bilmiyordu. Yalnızca kiminle ve kimlerle birlikte olmak istediğini biliyordu. Aydan zorlukla sürükleyebildiği ağır bavulunda yaşamını taşıyordu Gençliğinin verdiği bir güçle ölümü unutuyor ve unutturuyordu.
16 Nisan 2019 Salı
IQ OF AI
Selim
remembered their discussions on intelligence in their friend groups at
different stages of his life. Computers were not common in the periods Selman
was with them, and Selman had no special interest in new computing tools. He
was not familiar with computers and software structures. Selim was frequently
reading some articles he could find from the libraries and anywhere he could
reach. He therefore had more information on the subject than Selman had. Selman
was consulting Selim for some of the problems e had in his mind. He was not
able to understand how computers could think. Selim was objecting immediately.
"No, brother, no! They don't think and they don't understand. They just do
whatever they are programmed to do." He was showing some articles he had
read, but Selman was always too busy to read other materials. He had to read
his reference books and had to write critical essays first to be discussed in
their communication groups, and then to be published by some means to reach
other people. The discussions in Selim's friend groups were much more
technical. In his primary school years, computers were far and magical stories.
He and his friends were telling each other tales on the magic of computers. In
later periods, he had friends who were experts of computational sciences either
professionally or because of their own interests. Selim was also very curious.
He was seeking and finding valuable information on topics which he considered
to be important. This was not a coincidence. Ahmet Bey was also a knowledge
hunter continuously reading the encyclopedias he had bought in times when they
were very expensive. Ayten Hanım's sources were different but they were also
very valuable. She was telling the stories she had witnessed during her life,
and other stories she had heard from her friends she was meeting regularly.
Selim had learned what were being lived in various parts of the country and in
the world. The son of one of those friends, and the daughter of another one had
moved to other countries to perform advanced studies and research on computers.
Selim was not only learning and understanding their stories, but he was hearing
some critical keywords told by the careful female observers.
The source
of the discussions being made in Selim's mind was probably the sum of all the
information he had received during his past life and experience, but
specifically the comments of his close friends working in technical and
scientific areas. Metin and Can were both prominent experts on electronic communication
technologies, and Selim had learned much from them. Talking to experts was
different. It was not like reading an article they had written. It was entering
their worlds. It was seeing the terms and definitions, facts and relations,
symbols and results, pictures and sounds exactly as they see them. Knowing
Metin and Can, Selim had understood the meaning and reasons of the conclict
resulting with a stark contrast occurred between them: "Anolog or
digital?" Can was confident with the power and success of digital
technologies. Metin was also understanding their value and using them
successfully in his works and life, but he was not sure they were the best
means for living good lives, and for having better futures. There were limits
in analog worlds based on the characteristics of matter. However, digital
worlds were almost limitless since they were comparatively energy free.
Although Selim had heard the concepts before, he had not really understood them
until he witnessed a discussion between Metin and Can.
The
extraordinary discussion of intelligence quotient of artificial intelligence
had started unexpectedly, but it had left deep traces in Selim's mind on the
meaning and future of intelligence.
"You
know my son," said Can to Metin. "I have the highest IQ among us. So
I am the most clever man in this world. This is true, since we are the magnificent
three of the world. I don't think there can be anyone in the world with an
higher IQ than us. So I am the most clever man in the world, since I have the
highest IQ among us."
It was
obviously a joke but he was not smiling. Metin was also serious.
Selim
stopped the smile starting to appear with the changes in his lips.
"Forget
my IQ," he said. "I am the real idiot of the world. You can discuss
as you wish. I will just listen to and remember later what you had told to keep
the records of the history."
"OK,"
said Can. "It is also an important job. I believe you will be able to
express my brightness in the best way."
"Bright
may not be as luminous as expected," murmured Metin with a soft tone
lacking any hint of objection.
"Humankind
is about to be over," Can continued. "This is a fact, everybody knows
this, but nobody expresses it seriously. Humans ate everything in the kitchen
of Mother Nature. They will starve to death in the first fluctuation."
"So
now you understand the importance of keeping the balance of nature," said Metin. He was surprised with Can's "kitchen of Mother Nature".
"I
didn't know you had become an environmentalist," Can replied.
"I am
not an environmentalist or anyist, I am only a scientist," Metin
commented. "I believe being a scientist is the only survivable choice for
a human who can use his brain and think."
Selim
wondered what the response of Can would be. Can was probably more intelligent,
skillful and successful than most of the scientists in the world, but he was
not a scientist. This was not acceptable for him. He was believing that he
could gain every important title in the world, without any exception. Can had
considered choosing academic study alternative to become one of the top
researchers in the best advanced research organization, but he had made his
decision for having more direct influence on others. Although he had chosen
power, he had always had a doubt about his decision. Power was money, and money
was freedom in the era they were living. However, buying was not enough for
owning, owning was not sufficient for using, and using was not providing
well-balanced and happy lives. Can was trying not to think about his personal
life and his past. His memories were giving unbearable pains making life too
difficult to continue. His only choice was going after and living through the ultra-speed
continuous rush highways.
Can
surprised Selim by not replying to Metin's comment. He had probably forgotten
his past desires for being an important scientist of his time. He continued to
tell his arguments.
"I
don't like being lost in the details. I don't care about the past and
inventions made so far. What I see is this, in the digital age we now have no
limits. We can live as fast as we can. We can live everything at maximum level.
Digital life is infinite. We can see, hear, read, understand, compute, and know
everything."
"Can
we know ourselves?" asked Metin softly.
"Yes,
why not? We have all sorts of equipment to monitor and analyze human functions.
We have advanced imaging and recording technologies. The puzzles of the brain
and genes are about to be solved completely. We are redefining the universe and
life."
Metin did
not reply. Can waited for a reply and comment. Metin was silent. Can looked at
Selim expecting a response but he just shook his head reminding he had chosen
to be out of the game. Metin talked again after quite a long time.
"I
don't like listening to digital music," he said, and continued after
pausing a while. "Digital music is not real, it is only a calculation and
estimation of a music recorded and transformed at a certain place and time.
Selim felt
the storm coming. It would not be possible to stop it after once started. Can's
defense initiated the IQ game.
"If
you are not able to hear and understand digital music, you are not real. Do you
want to return past ages with magnetic tapes, records, compact discs, and
sheets? Do you want to be limited with analog data and matter? We are in an
incredible transition age. We will soon get rid of even other limiting factors
of matter. We will reach the quantum universe where we will be able to see,
hear, record, and read continuously."
"Do
you think it will also be possible to smell, taste and touch continuously?
Seeing and hearing are important, but they are not sufficient for living. I
still love listening to a song directly being played and sang in a room. No
digital reproduction can achieve providing that feeling."
"My
son, you are like the first humans who were unable to see anything other than
their stone tools. Don't be an idiot."
"I am
not an idiot. You know that my IQ is higher than yours."
"I
only laugh at that. Who said that, when, and after which kind of a test? How
can your IQ be higher than mine with only a simple understanding of the analog
world? You are a novice in the digital world. The facts of our contemporary
lives and sciences are like magic for you."
It was not
a meaningful discussion and probably both of them was aware of this fact.
However, Selim was feeling that the main discussion was not between their
minds, but between the scientific developments and applied technologies they
were believing and defending. Their routes of thinking had been created with
their preferences and lives they had lived. It could be possible to be
objective when comparing the knowledge reflections in different minds, but
creating rules for identifying the methods of evaluation and conclusion was not
so easy. It was requiring a complete analysis of the brain system which seemed
not easier than understanding the physical facts behind quantum theories and
the external universes in far proximities of the known universes.
"What
is IQ?" asked Selim, expecting the argument to continue in a softer way.
Both Can and Metin did not seem to be much interested, but Can answered.
"You
know," said Can in a tone declaring that he knows everything and he is
authorized to make all definitions. "In the information age with
communication at light speed, nothing will remain the same as before. In the
past, IQ was a number measuring a position between superiority and inferiority,
to distinguish special talents from ordinary masses. It was mainly a virtual
measurement of a capacity to see the relations between symbols. Specifically,
it was understood as a power to understand the magic hidden in shapes, letters,
numbers, images and sounds. Intelligence quotients would not be measured if
they were equal for every member of the universe, but they are not equal. I
don't know yet if there are other species measuring their talents, but humans
had always liked representing their values with numbers. They were using
intelligence algorithms operating with simple logical methods based on the
capacities of verbal and mathematical processors of the individuals. It was
later considered in a more complex way, defining alternative quotients for
emotional, social, visual, audial, esthetic, creative, and many other types of
approaches. However, I don't think they are all meaningful. Most of them can be
defined as a function of intelligence capacities of processing letters and numbers.
They all give a percentage to show the capacity for processing a certain type
of input."
"You
know nothing," objected Metin with a soft voice. "Life and mind are
far more complex than you can imagine. You can't define anything as a perfect
function of other parameters. They are all approximations. That's the main
problem of the digital world. Nothing is white or black in real world, but
digital description and simple logic see everything as blacks and whites, zeros
and ones. Can everything be black or white? This is nonsense. They tried to
include grays in their weak logic to better simulate the real world, but it was
also useless. It was only a trick trying the hide the problems of their system.
They used ones and zeros to define gray, and called it as a big invention. Can
it be sufficient to change only the validity of the binary system? Whatever you
do and define, there is a single universe with its light and darkness at a
specific time. All grays are temporary. Only black or white, light or darkness
is permanent and eternal."
Selim
considered interfering the discussion with a small comment but he gave up. It
was their world and their discussion. Selim was feeling himself like a visitor
coming from another universe. He had forgotten what he had thought when Can
started talking again.
"These
are all meaningless, you can't change the direction of the history backwards.
The first stone and wheel, the first letter and gunpowder, the first
electricity observed and the last fusion reaction to occur are not much
different. They are all results of complex functions coming from the dynamics
of the space and time, within the validity of our universe. Whatever you tell,
however we talk, the new era of living at light speed already started. Living
interactively together with new species based on artificial intelligence will
soon be the only form of life. Nature, world, space, time, life, death,
universe, infinity, eternity, and many other parameters yet not known will be
redefined and defined. Nothing was the same after the fire. Nothing will be the
same after the transition for living at light speed is completed."
The
discussion was too theoretical for Selim. He wanted to change the subject
asking a sequence of questions which had appeared in his mind during the argument
of Can and Metin.
"Is
there a method for measuring intelligence quotient of artificial intelligence?
Are there continuous performance measurements being made to trace the current
capacities of natural and artificial intelligences? Is there sufficient people
in the world who are curious about such discussions and practices being ready
to pay the costs of all those?"
"We
have to study on IQ of AI," said Metin.
Can smiled
happily, as if he had gained his life back.
Etiketler:
artificial intelligence,
Can,
IQ,
intelligent quotient,
Metin,
Selim,
Selman,
story
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)