Selim yaşamının farklı aşamalarındaki arkadaş gruplarında zekâ
üzerine yaptıkları tartışmaları hatırladı. Selman’ın onlarla olduğu dönemlerde bilgisayarlar
yaygın değildi ve Selman’ın yeni hesaplama araçlarına özel bir ilgisi yoktu.
Bilgisayarlara ve yazılım yapılarına pek yakın değildi. Selim sık sık
kütüphanelerden ve ulaşabildiği her yerden bulabildiği bazı makaleleri
okuyordu. Bu yüzden konu hakkında Selman’dan daha fazla bilgisi vardı. Selman
zihnindeki problemlerin bazıları için Selim’e danışıyordu. Bilgisayarların
nasıl düşündüğünü anlayamıyordu. Selim hemen itiraz ediyordu. “Hayır Abi,
hayır! Düşünmüyorlar, anlamıyorlar. Yalnızca her neye programlandılarsa onu
yapıyorlar.” Okuduğu bazı makaleleri gösteriyordu ama Selman başka yayınları
okuyabilmek için hep meşgul oluyordu. Referans kitaplarını okuması ve önce
kendi iletişim gruplarında tartışılıp sonra başka insanlara ulaştırmak üzere bir
şekilde yayımlanması için kritik yazılar yazması gerekiyordu. Selim’in arkadaş
gruplarındaki tartışmalar daha teknikti. İlkokul yıllarında bilgisayarlar uzak
ve büyülü öykülerdi. O ve arkadaşları birbirlerine bilgisayarların büyüsü
üzerine masallar anlatıyorlardı. Daha sonraki dönemlerde, profesyonelce veya
kendi ilgileri nedeniyle bilgisayar bilimlerinin uzmanı olmuş arkadaşları oldu.
Selim ayrıca çok meraklıydı. Önemli olduğunu düşündüğü konulardaki değerli
bilgileri arıyor ve buluyordu. Bu bir rastlantı değildi. Ahmet Bey de, çok
pahalı olduğu zamanlarda satın almış olduğu ansiklopedileri sürekli okuyan bir
bilgi avcısıydı. Ayten Hanım’ın kaynakları farklıydı ama onlar da çok
değerliydi. Yaşamı boyunca tanıklık etmiş olduğu öyküleri ve düzenli buluşmakta
olduğu arkadaşlarından duyduğu diğer öyküleri anlatıyordu. Selim ülkenin
değişik yerlerinde ve dünyada neler yaşanmakta olduğunu öğrenmişti. O
arkadaşlardan birinin oğlu ve bir başkasının kızı bilgisayarlar hakkında ileri çalışma
ve araştırma yapmak üzere başka ülkelere taşınmışlardı. Selim yalnızca onların
öykülerini dinlemekle ve anlamakla kalmıyor, dikkatli kadın gözlemcilerin
söylediği bazı kritik anahtar sözcükleri de duyuyordu.
Selim’in zihninde yapılmakta olan tartışmaların kaynağı
muhtemelen geçmiş yaşamı ve deneyimi sırasında edinmiş olduğu tüm bilgilerin
toplamıydı. Ama özel olarak da teknik ve bilimsel alanlarda çalışan
arkadaşlarının yorumlarıydı. Metin ve Can elektronik iletişim teknolojilerinde önde
gelen iki uzmandı, Selim onlardan çok fazla şey öğrenmişti. Uzmanlarla konuşmak
farklıydı. Yazdıkları bir makaleyi okumak gibi değildi. Dünyalarına girmekti.
Terimleri ve tanımları, olguları ve ilişkileri, simgeleri ve sonuçları, resimleri
ve sesleri onların gördüğü gibi görmekti. Metin’i ve Can’ı tanıyarak Selim,
aralarında gelişen ve uzlaşmaz bir karşıtlıkla sonuçlanan uyuşmazlığın anlamını
ve nedenlerini anlamıştı: “Analog mu, dijital mi?” Can dijital teknolojilerin
gücüne ve başarılı olacaklarına inanıyordu. Metin de onların değerini anlıyor,
çalışmalarında ve yaşamında başarıyla kullanıyordu. Ancak iyi yaşamlar sürebilmek
ve daha iyi geleceklere ulaşmak için en iyi araçlar olduklarından emin değildi.
Maddenin özelliklerine bağlı olarak, analog dünyalarda sınırlar vardı. Dijital
dünyalarsa, göreceli olarak enerjisiz çalıştıkları için, hemen hemen sınırsızdılar.
Kavramları daha önce de duymuş olduğu halde Selim, Metin ve Can arasındaki bir
tartışmaya tanık olana kadar onları gerçekten anlamamıştı.
Yapay zekânın zekâ katsayısı tartışması hakkındaki sıradışı
tartışma beklenmedik bir şekilde başlamış ama Selim’in zihninde yapay zekânın
anlamı ve geleceği üzerine derin izler bırakmıştı.
“Oğlum biliyorsun” dedi Can Metin’e. “Aramızda en yüksek ZK
bende var. O halde dünyadaki en akıllı kişi benim. Bu doğru, biz dünyanın
muhteşem üçlüsü olduğumuz için. Dünyada ZK’sı bizden yüksek herhangi birinin
olabileceğini sanmıyorum. O halde dünyadaki en akıllı adam benim, aramızdaki en
yüksek ZK’ya sahip olduğum için.”
Kuşkusuz bu bir şakaydı ama gülümsemiyordu. Metin de
ciddiydi.
Selim dudaklarındaki değişikliklerle belirmeye başlayan
gülümsemeyi durdurdu.
“Benim ZK’mı unut” dedi. “Ben bu dünyanın gerçek budalasıyım.
Dilediğiniz gibi tartışabilirsiniz. Ben yalnızca dinleyeceğim ve tarihin
kayıtlarını tutmak için daha sonra hatırlayacağım.”
“Peki” dedi Can. “Bu da önemli bir iş. Parlaklığımı en iyi
şekilde ifade etmeyi başarabileceğine inanıyorum.”
“Parlak umulduğu kadar ışıklı olmayabilir” diye mırıldandı
Metin, itiraz ettiğini düşündürecek bir ipucu vermeyen yumuşak bir tonla.
“İnsanlığın sonu gelmek üzere” diye devam etti Can. “Bu bir gerçek, bunu herkes biliyor, ama kimse ciddi olarak söylemiyor. İnsanlar Doğa Ana’nın mutfağındaki her şeyi yediler. İlk dalgalanma olduğunda açlıktan ölecekler.”
"Demek doğanın dengesini korumanın önemini şimdi anlıyorsun" dedi Metin. Can'ın "Doğa Ana'nın mutfağı" Metin'i şaşırtmıştı.
“İnsanlığın sonu gelmek üzere” diye devam etti Can. “Bu bir gerçek, bunu herkes biliyor, ama kimse ciddi olarak söylemiyor. İnsanlar Doğa Ana’nın mutfağındaki her şeyi yediler. İlk dalgalanma olduğunda açlıktan ölecekler.”
"Demek doğanın dengesini korumanın önemini şimdi anlıyorsun" dedi Metin. Can'ın "Doğa Ana'nın mutfağı" Metin'i şaşırtmıştı.
“Çevreci olduğunu bilmiyordum” diye yanıtladı Can.
“Çevreci veya herhangi bir şeyci değilim, yalnızca bir bilim
insanıyım” dedi Metin. “Bilim insanı olmanın beynini kullanabilen ve
düşünebilen bir insan için tek sürdürülebilir seçenek olduğuna inanıyorum.”
Selim Can’ın tepkisinin ne olacağını merak etti. Can
muhtemelen dünyadaki bilim insanlarının çoğundan daha zeki, becerikli ve
başarılıydı ama bir bilim insanı değildi. Bu onun için kabul edilebilir
değildi. Hiçbir istisna olmadan dünyadaki tüm önemli unvanları kazanabileceğine
inanıyordu. Can, en ileri araştırma kurumunda en üst araştırmacılardan birisi
olmak üzere akademik çalışma seçeneğini de düşünmüştü ama kararını başkaları
üzerinde daha fazla doğrudan etki yapabilmek için vermişti. Gücü seçtiği halde hep
kararıyla ilgili bir kuşku kalmıştı. Güç paraydı ve içinde yaşamakta oldukları
çağda para özgürlüktü. Ancak satın almak sahip olmak için yeterli değildi,
sahip olmak kullanmak için yeterli değildi ve kullanmak iyi dengelenmiş mutlu
yaşamlar getirmiyordu. Can kişisel yaşamı ve geçmişi hakkında düşünmemeye
çalışıyordu. Anıları yaşamı devam edebilmek için çok zor yapan dayanılmaz
acılar veriyordu. Tek seçeneği aşırı hızlı ve sürekli telaşlı otoyolların
peşinden gitmek ve onları yaşamaktı.
Can Metin’in yorumuna karşılık vermeyerek Selim’i şaşırttı. Zamanının
önemli bir bilim insanı olmak için geçmiş isteklerini muhtemelen unutmuştu.
Tartışmayı sürdürdü.
“Ayrıntılarda kaybolmayı sevmiyorum Geçmiş ve bugüne kadar
yapılmış buluşlar umurumda değil. Gördüğüm şudur, dijital çağda artık
sınırlarımız yok. İstediğimiz kadar hızlı yaşayabiliriz. Her şeyi en üst
seviyede yaşayabiliriz. Sayısal yaşam sonsuzdur. Her şeyi görebiliriz,
işitebiliriz, okuyabiliriz, anlayabiliriz, hesaplayabiliriz ve bilebiliriz.”
“Kendimizi bilebilir miyiz?” diye sordu Metin yumuşakça.
“Evet, neden olmasın? İnsanın işlevlerini gözlemlemek ve
çözümlemek için her türlü aracımız var. Gelişmiş görüntüleme ve kayıt
teknolojilerimiz var. Beynin ve genlerin bulmacaları çözülmek üzere. Evreni ve
yaşamı yeniden tanımlıyoruz.”
Metin cevap vermedi. Can bir karşılık ve yorum bekledi.
Metin sessizdi. Can bir tepki bekleyerek Selim’e baktı ama o da oyunun dışında
kalmayı seçmiş olduğunu hatırlatarak başını salladı. Metin epey uzun süre sonra
yeniden konuştu.
“Dijital müzik dinlemeyi sevmiyorum” dedi ve bir süre sustuktan
sonra devam etti. “Dijital müzik gerçek değil, o yalnızca bir belirli bir yerde
ve zamanda kaydedilmiş ve dönüştürülmüş bir müziğin hesaplaması ve tahmini.”
Selim gelmekte olan fırtınayı hissetti. Bir kez başladıktan
sonra durdurmak mümkün olmayacaktı. Can’ın savunması YZ oyununu başlattı.
“Eğer dijital müziği duyamıyor ve anlayamıyorsan, sen gerçek
değilsin. Manyetik bantların, plakların, kompakt disklerin ve nota kâğıtlarının
geçmiş zamanlarına mı dönmek istiyorsun? Analog verilerle ve maddeyle sınırlanmak
mı istiyorsun? Akıl almaz bir değişim çağındayız. Maddenin sınırlayıcı diğer
etkenlerinden bile kısa bir süre sonra kurtulacağız. Sürekli görebileceğimiz,
işitebileceğimiz, kaydedebileceğimiz ve okuyabileceğimiz kuantum evrenine
ulaşacağız.”
“Sürekli koklamanın, tatmanın ve dokunmanın da mümkün
olabileceğini düşünüyor musun? Görmek ve işitmek önemli ama yaşamak için
yeterli değiller. Ben bir odanın içinde çalınmakta ve söylenmekte olan bir
şarkıyı dinlemeyi hâlâ seviyorum. Hiçbir dijital üretim o duyguyu sağlamayı
başaramaz.”
“Oğlum, taş aletleri dışında hiçbir şeyi göremeyen ilk
insanlara benziyorsun. Budala olma.”
“Budala değilim. IQ’mun
seninkinden yüksek olduğunu biliyorsun.”
“Buna yalnızca gülerim. Kim dedi onu, ne zaman ve ne tip bir
testten sonra? Yalnızca analog bir dünyanın basit bir anlaşılmasıyla senin IQ’n
benimkinden nasıl yüksek olabilir? Dijital dünyada bir acemisin. Çağdaş
yaşamlarımızın ve bilimlerimizin olguları senin için büyü gibi.”
Anlamlı bir tartışma değildi ve muhtemel her ikisi de bunun
farkındaydı. Ancak Selim, temel tartışmanın zihinleri arasında değil,
inandıkları ve savundukları bilimsel gelişmeler ve uygulanan teknolojilerle
ilgili olduğunu hissediyordu. Düşünme
yolları tercihleri ve yaşamış oldukları yaşamlarla yaratılmıştı. Farklı zihinlerdeki
bilgi yansımalarını karşılaştırırken nesnel olunabilirdi, ancak değerlendirme
ve sonuca varma yöntemlerini tanımlayan kurallar oluşturmak kolay değildi.
Beyin sisteminin tam bir analizini gerektiriyordu ve bunu yapmak kuantum
teorilerinin ve bilinen evrenlerin uzak çevrelerindeki dış evrenlerin
arkasındaki olguları anlamaktan kolay değildi.
“IQ nedir?” diye sordu Selim, tartışmanın daha yumuşak bir
biçimde sürmesini umarak. Can ve Metin’in ikisi de pek ilgilenmiş görünmediler
ama Can cevap verdi.
“Biliyorsun” dedi Can her şeyi bildiğini ve tüm tanımları
yapmaya yetkili olduğunu bildiren bir tonla. “Işık hızında iletişim kurduğumuz
bilgi çağında, hiçbir şey eskisiyle aynı kalamaz. Geçmişte IQ normalden üstünlük
ve düşüklük arasındaki bir konumu ölçen bir sayıydı, özel yetenekleri sıradan
kitlelerden ayırmak için kullanılıyordu. Temel olarak, semboller arasındaki ilişkileri
görmek kapasitesinin sanal bir ölçümüydü. Özel olarak; şekillerde, harflerde,
sayılarda, görüntülerde ve seslerde saklı büyüyü anlama gücü olarak
anlaşılıyordu. Zekâ katsayıları evrenin
her üyesi için eşit olsaydı ölçülmeyeceklerdi ama eşit değiller. Yeteneklerini
ölçen başka türle olup olmadığını henüz bilmiyorum ama insanlar değerlerini
sayılarla temsil etmekten her zaman hoşlandılar. Bireylerin sözel ve
matematiksel işlemcilerinin kapasitelerine dayanarak basit mantıksal
yöntemlerle çalışan zekâ algoritmaları kullanıyorlardı. Daha sonra daha karmaşık
bir şekilde; duygusal, sosyal, görsel, işitsel, estetik, yaratıcı ve birçok
diğer yaklaşım tipi için alternatif
katsayıların tanımlanması gündeme geldi. Ancak onların tümüyle anlamlı olduğunu
düşünmüyorum. Çoğu harfleri ve sayıları işleme kapasitelerinin bir fonksiyonu
olarak tanımlanabilir. Hepsi de belirli bir girdinin işlenmesi için kapasiteyi
gösteren bir oran verirler.”
“Hiçbir şey bilmiyorsun” diye karşı çıktı Metin yumuşak bir
sesle. “Yaşam ve zihin hayal edebileceğinden çok daha karmaşık. Hiçbir şeyi
diğer parametrelerin kusursuz bir fonksiyonu olarak tanımlayamazsın. Onlar
tümüyle yaklaştırmalardır. Dijital dünyanın temel problemi budur. Gerçek
dünyada hiçbir şey siyah veya beyaz değildir. Ama sayısal açıklama ve basit
mantık her şeyi siyahlar ve beyazlar olarak görür. Her şey siyah veya beyaz
olabilir mi? Bu saçmalıktır. Gerçek dünyayı daha iyi yansıtmak için zayıf
mantıklarına grileri eklemeye çalıştılar ama bu da yararsızdı. Yalnızca
sistemlerinin sorunlarını gizlemeye çalışan bir oyundu. Grileri tanımlamak için
sıfırları ve birleri kullandılar ve bunun büyük bir buluş olduğunu söylediler. Yalnızca
ikili sistemin geçerliliğini değiştirmek yeterli olabilir mi? Ne yaparsan yap, ne
tanımlarsan tanımla; belirli bir zamanda ışığı ve karanlığıyla tek bir evren
vardır. Tüm griler geçicidir. Yalnızca siyah veya beyaz, ışık veya karanlık
kalıcı ve ebedidir.”
Selim tartışmaya küçük bir yorum yaparak karışmayı düşündü
ama vazgeçti. Bu onların dünyası ve onların tartışmasıydı. Selim kendisini
başka bir evrenden gelmiş bir ziyaretçi gibi hissediyordu. Can yeniden
konuşmaya başladığında ne düşünmüş olduğunu unutmuştu.
“Bunların tümü anlamsız., tarihin yönünü geriye
çeviremezsin. İlk taş ve tekerlek, ilk harf ve barut, gözlenen ilk elektrik ve
gerçekleşecek son füzyon çok farklı değillerdir. Hepsi de uzayın ve zamanın
dinamiklerinden gelen karmaşık fonksiyonların, evrenimizin geçerliliği içindeki
sonuçlarıdır. Her ne söylersen söyle, nasıl konuşursak konuşalım, ışık hızında
yaşamanın yeni çağı zaten başladı. Yapay zekâ üzerine kurulu yeni türlerle birlikte
etkileşimli yaşamak, kısa süre içinde tek yaşam biçimi olacak. Doğa, dünya, uzay,
zaman, yaşam, ölüm, evren, sonsuzluk, ebedilik ve henüz bilinmeyen pek çok
parametre yeniden tanımlanacak. Ateşten sonra hiçbir şey ayı değildi. Işık
hızında yaşamak için geçiş tamamlandıktan sonra hiçbir şey aynı olmayacak.”
Tartışma Selim için çok kuramsaldı. Can ve Metin’in atışması
sırasında zihninde beliren bir soru dizisini sorarak konuyu değiştirmek istedi.
“Yapay zekânın zekâ katsayısını ölçmek için bir yöntem var
mı? Doğal ve yapay zekâların güncel kapasitelerini izlemek için yapılmakta olan
sürekli performans ölçümleri var mı? Dünyada bu tür tartışmaları ve çalışmaları
merak eden ve bunlar için gerekli bedelleri ödemeye hazır yeterince insan var
mıdır?”
“YZ’nin ZK’si üzerinde çalışmalıyız” dedi Metin.
Can, yaşamını geri kazanmış gibi mutlulukla gülümsedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder