22 Nisan 2019 Pazartesi
Ay Parkı
Kızıl bir ışık yürüyordu Selim'in önünde ve biraz uzakta. Saçları ve etekleri esmeyen rüzgârda usulca savruluyordu. Yanında yaşamını taşıyordu. Gençliğinin verdiği bir güçle, hızla yürüyordu bilemediği geleceğinin peşinde. Kızıl bir ışığın çekim gücüne kapılmıştı Selim. Gidebileceği başka hiçbir yer yokmuş gibi onun peşinden yürüyordu. Gidebileceği başka bir yer var mıydı?
Olmayan rüzgârda savrulan saçlarında bir kırmızı ayın ışığını taşıyan Aydan önde, Selim arkada, çok uzun bir yol yürüdüler ve sonunda büyük bir kapıdan içeri girdiler. İçerisi dışarıdan çok farklıydı. Sessizlik ve dinginlik, yerini gürültü ve harekete bırakmıştı. Yalnızlığın yerini kalabalıklar almıştı. Kişiler ve gruplar dört bir yanı doldurmuş, kendilerine yeni yerler arıyorlar ve buluyorlardı. Kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine biniyorlardı. Aydan çevresine bakınıp nereye gideceğine karar vermeye çalıştı. Selim gözlerini ondan ayırmadı. Gitmek istediği başka bir yer yoktu. Onun peşinden gidecekti. Yol araçlarının arasındaki onca seçeneğin içinden hangisine binmek istediğini bilmiyordu. Yalnızca kiminle birlikte olmak istediğini biliyordu.
Selman da bir zamanlar Işık'la birlikte bir başka büyük kapıdan geçip canlılığın ve yaşamın egemen olduğu bir küçük dünyaya girmişti. Selim'in onlarla birlikte gelmesi pek hoşuna gitmemişti ama sesini de çıkaramamıştı. Selim "Işık Abla, ne olur ben de geleyim sizinle" deyince Işık hemen "Neden olmasın Selim, birlikte gidebiliriz üçümüz" deyivarmişti. Selman'ın yüzü asılınca bir süre uzaklaşıp kendi aralarında fısıldaşmışlardı. Neden sonra Selim'in yanına döndüklerinde Selman'ın yüzü hâlâ asıktı ama isteksiz bir şekilde "Peki ufaklık ama ben ne dersem o olacak, şunu bunu isterim diye tutturmayacaksın, bizim işimiz olduğu zaman dediğimiz yerde kıpırdamadan sessizce bekleyeceksin, dönüyoruz dediğimde de sesini çıkarmadan hemen geleceksin" demişti. Dünyalar Selim'in olmuştu. Gittikleri zaman kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine binenleri uzaktan merakla izlemişti. Onlardan birinde olmayı çok istemişti ama söz verdiği için sesini çıkarmamıştı. Sonra Selman bazı işleri olduğunu söyleyip uzaklaşmıştı. Selim Işık Abla'nın yüzündeki gerginliği görüp korkmuştu. Selman giderken "Yarım saate kadar dönerim" demişti. Işık "Ben de geleyim, Selim burada bekler" deyince Selman "Yalnız gitsem daha iyi" diyerek ısrar etmişti. Selim onların telaşlandığını görünce korkmuş, Işık Abla onunla konuşmaya başlayınca sakinleşmişti. Işık Abla zaman ve uzay hücrelerinden, içlerindeki ve dışlarındaki ışıklardan ve karanlıklardan söz etmişti. Bu kadar canlı ve ışıklı bir yerde karanlık olabilmesi Selim'i şaşırtmıştı. Çevreyi birlikte araştırmışlar, hücrelerin özeliklerini anlamaya çalışmışlardı. Kimisinin hızı, kimisinin yüksekliği, bazılarının beklenmedik değişimleri ve sarsıcı etkileri, bazılarınınsa sert kalkış ve duruşları ürkütücüydü. Selim'in uzaktan bakarken bile korktuğunu görünce Işık Abla "Korkmana gerek yok Selim" demişti. "Önemli olan basabileceğin sağlam bir toprak olması, uçmana ve düşmene gerek yok. Yürüyerek ve koşarak da eğlenebilirsin." Selim "Ben en çok karanlık tüneli merak ediyorum" demişti. Selman geciktikçe Selim Işık Abla'nın korkusunu hissetmişti. Selim'in kendisi korkmamıştı. Selman'a asla bir şey olmayacağını biliyordu. Zaman geçtikçe Selim de korkmaya başlamıştı. Sonra Selman gelmişti. "Nerede kaldın?" diye sormuştu Işık Abla. "Bir şey yok" demişti Selman. Işık Abla'yla Selman iki kişilik tekerlekli bir hücreye binip küçük bir bahçede dolaşmışlardı. Selim çok kıskanmış ve surat asmıştı. Sonra Işık Abla'yla Selim bir başka hücreye binmişlerdi. Selim bahçelerinin sonsuza dek yaşamasını istemişti. Sonsuzluk yoktu. Selman "Söz vermiştin ufaklık" demişti. Işık Abla'dan ayrılıp eve dönmüşlerdi.
Aydan önde Selim geride ve uzakta, başka bir dünyanın içinde yürüyorlardı. İçerisi dışarıdan çok farklıydı. Gürültü ve hareket ölümü unutturuyordu. Yalnızlıklar kalabalıkta kaybolmuştu. İnsanlar eğleniyordu. Kimi aşağıda kimi yukarıda, kimi sağda kimi solda, kimi önde kimi arkada, kimi küçük kimi büyük, kimi aydınlık kimi karanlık, kimi kısa kimi uzun; bulabildikleri zaman ve uzay hücrelerine biniyorlardı. Aydan çevresine bakınıp nereye gideceğine karar vermeye çalıştı. Selim gözlerini ondan ayırmadı. Dünyada gitmek istediği başka bir yer yoktu. Onun peşinden gidecekti. Yol araçlarının arasındaki onca seçeneğin arasından hangisine binmek istediğini bilmiyordu. Yalnızca kiminle ve kimlerle birlikte olmak istediğini biliyordu. Aydan zorlukla sürükleyebildiği ağır bavulunda yaşamını taşıyordu Gençliğinin verdiği bir güçle ölümü unutuyor ve unutturuyordu.
16 Nisan 2019 Salı
IQ OF AI
Selim
remembered their discussions on intelligence in their friend groups at
different stages of his life. Computers were not common in the periods Selman
was with them, and Selman had no special interest in new computing tools. He
was not familiar with computers and software structures. Selim was frequently
reading some articles he could find from the libraries and anywhere he could
reach. He therefore had more information on the subject than Selman had. Selman
was consulting Selim for some of the problems e had in his mind. He was not
able to understand how computers could think. Selim was objecting immediately.
"No, brother, no! They don't think and they don't understand. They just do
whatever they are programmed to do." He was showing some articles he had
read, but Selman was always too busy to read other materials. He had to read
his reference books and had to write critical essays first to be discussed in
their communication groups, and then to be published by some means to reach
other people. The discussions in Selim's friend groups were much more
technical. In his primary school years, computers were far and magical stories.
He and his friends were telling each other tales on the magic of computers. In
later periods, he had friends who were experts of computational sciences either
professionally or because of their own interests. Selim was also very curious.
He was seeking and finding valuable information on topics which he considered
to be important. This was not a coincidence. Ahmet Bey was also a knowledge
hunter continuously reading the encyclopedias he had bought in times when they
were very expensive. Ayten Hanım's sources were different but they were also
very valuable. She was telling the stories she had witnessed during her life,
and other stories she had heard from her friends she was meeting regularly.
Selim had learned what were being lived in various parts of the country and in
the world. The son of one of those friends, and the daughter of another one had
moved to other countries to perform advanced studies and research on computers.
Selim was not only learning and understanding their stories, but he was hearing
some critical keywords told by the careful female observers.
The source
of the discussions being made in Selim's mind was probably the sum of all the
information he had received during his past life and experience, but
specifically the comments of his close friends working in technical and
scientific areas. Metin and Can were both prominent experts on electronic communication
technologies, and Selim had learned much from them. Talking to experts was
different. It was not like reading an article they had written. It was entering
their worlds. It was seeing the terms and definitions, facts and relations,
symbols and results, pictures and sounds exactly as they see them. Knowing
Metin and Can, Selim had understood the meaning and reasons of the conclict
resulting with a stark contrast occurred between them: "Anolog or
digital?" Can was confident with the power and success of digital
technologies. Metin was also understanding their value and using them
successfully in his works and life, but he was not sure they were the best
means for living good lives, and for having better futures. There were limits
in analog worlds based on the characteristics of matter. However, digital
worlds were almost limitless since they were comparatively energy free.
Although Selim had heard the concepts before, he had not really understood them
until he witnessed a discussion between Metin and Can.
The
extraordinary discussion of intelligence quotient of artificial intelligence
had started unexpectedly, but it had left deep traces in Selim's mind on the
meaning and future of intelligence.
"You
know my son," said Can to Metin. "I have the highest IQ among us. So
I am the most clever man in this world. This is true, since we are the magnificent
three of the world. I don't think there can be anyone in the world with an
higher IQ than us. So I am the most clever man in the world, since I have the
highest IQ among us."
It was
obviously a joke but he was not smiling. Metin was also serious.
Selim
stopped the smile starting to appear with the changes in his lips.
"Forget
my IQ," he said. "I am the real idiot of the world. You can discuss
as you wish. I will just listen to and remember later what you had told to keep
the records of the history."
"OK,"
said Can. "It is also an important job. I believe you will be able to
express my brightness in the best way."
"Bright
may not be as luminous as expected," murmured Metin with a soft tone
lacking any hint of objection.
"Humankind
is about to be over," Can continued. "This is a fact, everybody knows
this, but nobody expresses it seriously. Humans ate everything in the kitchen
of Mother Nature. They will starve to death in the first fluctuation."
"So
now you understand the importance of keeping the balance of nature," said Metin. He was surprised with Can's "kitchen of Mother Nature".
"I
didn't know you had become an environmentalist," Can replied.
"I am
not an environmentalist or anyist, I am only a scientist," Metin
commented. "I believe being a scientist is the only survivable choice for
a human who can use his brain and think."
Selim
wondered what the response of Can would be. Can was probably more intelligent,
skillful and successful than most of the scientists in the world, but he was
not a scientist. This was not acceptable for him. He was believing that he
could gain every important title in the world, without any exception. Can had
considered choosing academic study alternative to become one of the top
researchers in the best advanced research organization, but he had made his
decision for having more direct influence on others. Although he had chosen
power, he had always had a doubt about his decision. Power was money, and money
was freedom in the era they were living. However, buying was not enough for
owning, owning was not sufficient for using, and using was not providing
well-balanced and happy lives. Can was trying not to think about his personal
life and his past. His memories were giving unbearable pains making life too
difficult to continue. His only choice was going after and living through the ultra-speed
continuous rush highways.
Can
surprised Selim by not replying to Metin's comment. He had probably forgotten
his past desires for being an important scientist of his time. He continued to
tell his arguments.
"I
don't like being lost in the details. I don't care about the past and
inventions made so far. What I see is this, in the digital age we now have no
limits. We can live as fast as we can. We can live everything at maximum level.
Digital life is infinite. We can see, hear, read, understand, compute, and know
everything."
"Can
we know ourselves?" asked Metin softly.
"Yes,
why not? We have all sorts of equipment to monitor and analyze human functions.
We have advanced imaging and recording technologies. The puzzles of the brain
and genes are about to be solved completely. We are redefining the universe and
life."
Metin did
not reply. Can waited for a reply and comment. Metin was silent. Can looked at
Selim expecting a response but he just shook his head reminding he had chosen
to be out of the game. Metin talked again after quite a long time.
"I
don't like listening to digital music," he said, and continued after
pausing a while. "Digital music is not real, it is only a calculation and
estimation of a music recorded and transformed at a certain place and time.
Selim felt
the storm coming. It would not be possible to stop it after once started. Can's
defense initiated the IQ game.
"If
you are not able to hear and understand digital music, you are not real. Do you
want to return past ages with magnetic tapes, records, compact discs, and
sheets? Do you want to be limited with analog data and matter? We are in an
incredible transition age. We will soon get rid of even other limiting factors
of matter. We will reach the quantum universe where we will be able to see,
hear, record, and read continuously."
"Do
you think it will also be possible to smell, taste and touch continuously?
Seeing and hearing are important, but they are not sufficient for living. I
still love listening to a song directly being played and sang in a room. No
digital reproduction can achieve providing that feeling."
"My
son, you are like the first humans who were unable to see anything other than
their stone tools. Don't be an idiot."
"I am
not an idiot. You know that my IQ is higher than yours."
"I
only laugh at that. Who said that, when, and after which kind of a test? How
can your IQ be higher than mine with only a simple understanding of the analog
world? You are a novice in the digital world. The facts of our contemporary
lives and sciences are like magic for you."
It was not
a meaningful discussion and probably both of them was aware of this fact.
However, Selim was feeling that the main discussion was not between their
minds, but between the scientific developments and applied technologies they
were believing and defending. Their routes of thinking had been created with
their preferences and lives they had lived. It could be possible to be
objective when comparing the knowledge reflections in different minds, but
creating rules for identifying the methods of evaluation and conclusion was not
so easy. It was requiring a complete analysis of the brain system which seemed
not easier than understanding the physical facts behind quantum theories and
the external universes in far proximities of the known universes.
"What
is IQ?" asked Selim, expecting the argument to continue in a softer way.
Both Can and Metin did not seem to be much interested, but Can answered.
"You
know," said Can in a tone declaring that he knows everything and he is
authorized to make all definitions. "In the information age with
communication at light speed, nothing will remain the same as before. In the
past, IQ was a number measuring a position between superiority and inferiority,
to distinguish special talents from ordinary masses. It was mainly a virtual
measurement of a capacity to see the relations between symbols. Specifically,
it was understood as a power to understand the magic hidden in shapes, letters,
numbers, images and sounds. Intelligence quotients would not be measured if
they were equal for every member of the universe, but they are not equal. I
don't know yet if there are other species measuring their talents, but humans
had always liked representing their values with numbers. They were using
intelligence algorithms operating with simple logical methods based on the
capacities of verbal and mathematical processors of the individuals. It was
later considered in a more complex way, defining alternative quotients for
emotional, social, visual, audial, esthetic, creative, and many other types of
approaches. However, I don't think they are all meaningful. Most of them can be
defined as a function of intelligence capacities of processing letters and numbers.
They all give a percentage to show the capacity for processing a certain type
of input."
"You
know nothing," objected Metin with a soft voice. "Life and mind are
far more complex than you can imagine. You can't define anything as a perfect
function of other parameters. They are all approximations. That's the main
problem of the digital world. Nothing is white or black in real world, but
digital description and simple logic see everything as blacks and whites, zeros
and ones. Can everything be black or white? This is nonsense. They tried to
include grays in their weak logic to better simulate the real world, but it was
also useless. It was only a trick trying the hide the problems of their system.
They used ones and zeros to define gray, and called it as a big invention. Can
it be sufficient to change only the validity of the binary system? Whatever you
do and define, there is a single universe with its light and darkness at a
specific time. All grays are temporary. Only black or white, light or darkness
is permanent and eternal."
Selim
considered interfering the discussion with a small comment but he gave up. It
was their world and their discussion. Selim was feeling himself like a visitor
coming from another universe. He had forgotten what he had thought when Can
started talking again.
"These
are all meaningless, you can't change the direction of the history backwards.
The first stone and wheel, the first letter and gunpowder, the first
electricity observed and the last fusion reaction to occur are not much
different. They are all results of complex functions coming from the dynamics
of the space and time, within the validity of our universe. Whatever you tell,
however we talk, the new era of living at light speed already started. Living
interactively together with new species based on artificial intelligence will
soon be the only form of life. Nature, world, space, time, life, death,
universe, infinity, eternity, and many other parameters yet not known will be
redefined and defined. Nothing was the same after the fire. Nothing will be the
same after the transition for living at light speed is completed."
The
discussion was too theoretical for Selim. He wanted to change the subject
asking a sequence of questions which had appeared in his mind during the argument
of Can and Metin.
"Is
there a method for measuring intelligence quotient of artificial intelligence?
Are there continuous performance measurements being made to trace the current
capacities of natural and artificial intelligences? Is there sufficient people
in the world who are curious about such discussions and practices being ready
to pay the costs of all those?"
"We
have to study on IQ of AI," said Metin.
Can smiled
happily, as if he had gained his life back.
Etiketler:
artificial intelligence,
Can,
IQ,
intelligent quotient,
Metin,
Selim,
Selman,
story
YZ’NİN ZK’Sİ
Selim yaşamının farklı aşamalarındaki arkadaş gruplarında zekâ
üzerine yaptıkları tartışmaları hatırladı. Selman’ın onlarla olduğu dönemlerde bilgisayarlar
yaygın değildi ve Selman’ın yeni hesaplama araçlarına özel bir ilgisi yoktu.
Bilgisayarlara ve yazılım yapılarına pek yakın değildi. Selim sık sık
kütüphanelerden ve ulaşabildiği her yerden bulabildiği bazı makaleleri
okuyordu. Bu yüzden konu hakkında Selman’dan daha fazla bilgisi vardı. Selman
zihnindeki problemlerin bazıları için Selim’e danışıyordu. Bilgisayarların
nasıl düşündüğünü anlayamıyordu. Selim hemen itiraz ediyordu. “Hayır Abi,
hayır! Düşünmüyorlar, anlamıyorlar. Yalnızca her neye programlandılarsa onu
yapıyorlar.” Okuduğu bazı makaleleri gösteriyordu ama Selman başka yayınları
okuyabilmek için hep meşgul oluyordu. Referans kitaplarını okuması ve önce
kendi iletişim gruplarında tartışılıp sonra başka insanlara ulaştırmak üzere bir
şekilde yayımlanması için kritik yazılar yazması gerekiyordu. Selim’in arkadaş
gruplarındaki tartışmalar daha teknikti. İlkokul yıllarında bilgisayarlar uzak
ve büyülü öykülerdi. O ve arkadaşları birbirlerine bilgisayarların büyüsü
üzerine masallar anlatıyorlardı. Daha sonraki dönemlerde, profesyonelce veya
kendi ilgileri nedeniyle bilgisayar bilimlerinin uzmanı olmuş arkadaşları oldu.
Selim ayrıca çok meraklıydı. Önemli olduğunu düşündüğü konulardaki değerli
bilgileri arıyor ve buluyordu. Bu bir rastlantı değildi. Ahmet Bey de, çok
pahalı olduğu zamanlarda satın almış olduğu ansiklopedileri sürekli okuyan bir
bilgi avcısıydı. Ayten Hanım’ın kaynakları farklıydı ama onlar da çok
değerliydi. Yaşamı boyunca tanıklık etmiş olduğu öyküleri ve düzenli buluşmakta
olduğu arkadaşlarından duyduğu diğer öyküleri anlatıyordu. Selim ülkenin
değişik yerlerinde ve dünyada neler yaşanmakta olduğunu öğrenmişti. O
arkadaşlardan birinin oğlu ve bir başkasının kızı bilgisayarlar hakkında ileri çalışma
ve araştırma yapmak üzere başka ülkelere taşınmışlardı. Selim yalnızca onların
öykülerini dinlemekle ve anlamakla kalmıyor, dikkatli kadın gözlemcilerin
söylediği bazı kritik anahtar sözcükleri de duyuyordu.
Selim’in zihninde yapılmakta olan tartışmaların kaynağı
muhtemelen geçmiş yaşamı ve deneyimi sırasında edinmiş olduğu tüm bilgilerin
toplamıydı. Ama özel olarak da teknik ve bilimsel alanlarda çalışan
arkadaşlarının yorumlarıydı. Metin ve Can elektronik iletişim teknolojilerinde önde
gelen iki uzmandı, Selim onlardan çok fazla şey öğrenmişti. Uzmanlarla konuşmak
farklıydı. Yazdıkları bir makaleyi okumak gibi değildi. Dünyalarına girmekti.
Terimleri ve tanımları, olguları ve ilişkileri, simgeleri ve sonuçları, resimleri
ve sesleri onların gördüğü gibi görmekti. Metin’i ve Can’ı tanıyarak Selim,
aralarında gelişen ve uzlaşmaz bir karşıtlıkla sonuçlanan uyuşmazlığın anlamını
ve nedenlerini anlamıştı: “Analog mu, dijital mi?” Can dijital teknolojilerin
gücüne ve başarılı olacaklarına inanıyordu. Metin de onların değerini anlıyor,
çalışmalarında ve yaşamında başarıyla kullanıyordu. Ancak iyi yaşamlar sürebilmek
ve daha iyi geleceklere ulaşmak için en iyi araçlar olduklarından emin değildi.
Maddenin özelliklerine bağlı olarak, analog dünyalarda sınırlar vardı. Dijital
dünyalarsa, göreceli olarak enerjisiz çalıştıkları için, hemen hemen sınırsızdılar.
Kavramları daha önce de duymuş olduğu halde Selim, Metin ve Can arasındaki bir
tartışmaya tanık olana kadar onları gerçekten anlamamıştı.
Yapay zekânın zekâ katsayısı tartışması hakkındaki sıradışı
tartışma beklenmedik bir şekilde başlamış ama Selim’in zihninde yapay zekânın
anlamı ve geleceği üzerine derin izler bırakmıştı.
“Oğlum biliyorsun” dedi Can Metin’e. “Aramızda en yüksek ZK
bende var. O halde dünyadaki en akıllı kişi benim. Bu doğru, biz dünyanın
muhteşem üçlüsü olduğumuz için. Dünyada ZK’sı bizden yüksek herhangi birinin
olabileceğini sanmıyorum. O halde dünyadaki en akıllı adam benim, aramızdaki en
yüksek ZK’ya sahip olduğum için.”
Kuşkusuz bu bir şakaydı ama gülümsemiyordu. Metin de
ciddiydi.
Selim dudaklarındaki değişikliklerle belirmeye başlayan
gülümsemeyi durdurdu.
“Benim ZK’mı unut” dedi. “Ben bu dünyanın gerçek budalasıyım.
Dilediğiniz gibi tartışabilirsiniz. Ben yalnızca dinleyeceğim ve tarihin
kayıtlarını tutmak için daha sonra hatırlayacağım.”
“Peki” dedi Can. “Bu da önemli bir iş. Parlaklığımı en iyi
şekilde ifade etmeyi başarabileceğine inanıyorum.”
“Parlak umulduğu kadar ışıklı olmayabilir” diye mırıldandı
Metin, itiraz ettiğini düşündürecek bir ipucu vermeyen yumuşak bir tonla.
“İnsanlığın sonu gelmek üzere” diye devam etti Can. “Bu bir gerçek, bunu herkes biliyor, ama kimse ciddi olarak söylemiyor. İnsanlar Doğa Ana’nın mutfağındaki her şeyi yediler. İlk dalgalanma olduğunda açlıktan ölecekler.”
"Demek doğanın dengesini korumanın önemini şimdi anlıyorsun" dedi Metin. Can'ın "Doğa Ana'nın mutfağı" Metin'i şaşırtmıştı.
“İnsanlığın sonu gelmek üzere” diye devam etti Can. “Bu bir gerçek, bunu herkes biliyor, ama kimse ciddi olarak söylemiyor. İnsanlar Doğa Ana’nın mutfağındaki her şeyi yediler. İlk dalgalanma olduğunda açlıktan ölecekler.”
"Demek doğanın dengesini korumanın önemini şimdi anlıyorsun" dedi Metin. Can'ın "Doğa Ana'nın mutfağı" Metin'i şaşırtmıştı.
“Çevreci olduğunu bilmiyordum” diye yanıtladı Can.
“Çevreci veya herhangi bir şeyci değilim, yalnızca bir bilim
insanıyım” dedi Metin. “Bilim insanı olmanın beynini kullanabilen ve
düşünebilen bir insan için tek sürdürülebilir seçenek olduğuna inanıyorum.”
Selim Can’ın tepkisinin ne olacağını merak etti. Can
muhtemelen dünyadaki bilim insanlarının çoğundan daha zeki, becerikli ve
başarılıydı ama bir bilim insanı değildi. Bu onun için kabul edilebilir
değildi. Hiçbir istisna olmadan dünyadaki tüm önemli unvanları kazanabileceğine
inanıyordu. Can, en ileri araştırma kurumunda en üst araştırmacılardan birisi
olmak üzere akademik çalışma seçeneğini de düşünmüştü ama kararını başkaları
üzerinde daha fazla doğrudan etki yapabilmek için vermişti. Gücü seçtiği halde hep
kararıyla ilgili bir kuşku kalmıştı. Güç paraydı ve içinde yaşamakta oldukları
çağda para özgürlüktü. Ancak satın almak sahip olmak için yeterli değildi,
sahip olmak kullanmak için yeterli değildi ve kullanmak iyi dengelenmiş mutlu
yaşamlar getirmiyordu. Can kişisel yaşamı ve geçmişi hakkında düşünmemeye
çalışıyordu. Anıları yaşamı devam edebilmek için çok zor yapan dayanılmaz
acılar veriyordu. Tek seçeneği aşırı hızlı ve sürekli telaşlı otoyolların
peşinden gitmek ve onları yaşamaktı.
Can Metin’in yorumuna karşılık vermeyerek Selim’i şaşırttı. Zamanının
önemli bir bilim insanı olmak için geçmiş isteklerini muhtemelen unutmuştu.
Tartışmayı sürdürdü.
“Ayrıntılarda kaybolmayı sevmiyorum Geçmiş ve bugüne kadar
yapılmış buluşlar umurumda değil. Gördüğüm şudur, dijital çağda artık
sınırlarımız yok. İstediğimiz kadar hızlı yaşayabiliriz. Her şeyi en üst
seviyede yaşayabiliriz. Sayısal yaşam sonsuzdur. Her şeyi görebiliriz,
işitebiliriz, okuyabiliriz, anlayabiliriz, hesaplayabiliriz ve bilebiliriz.”
“Kendimizi bilebilir miyiz?” diye sordu Metin yumuşakça.
“Evet, neden olmasın? İnsanın işlevlerini gözlemlemek ve
çözümlemek için her türlü aracımız var. Gelişmiş görüntüleme ve kayıt
teknolojilerimiz var. Beynin ve genlerin bulmacaları çözülmek üzere. Evreni ve
yaşamı yeniden tanımlıyoruz.”
Metin cevap vermedi. Can bir karşılık ve yorum bekledi.
Metin sessizdi. Can bir tepki bekleyerek Selim’e baktı ama o da oyunun dışında
kalmayı seçmiş olduğunu hatırlatarak başını salladı. Metin epey uzun süre sonra
yeniden konuştu.
“Dijital müzik dinlemeyi sevmiyorum” dedi ve bir süre sustuktan
sonra devam etti. “Dijital müzik gerçek değil, o yalnızca bir belirli bir yerde
ve zamanda kaydedilmiş ve dönüştürülmüş bir müziğin hesaplaması ve tahmini.”
Selim gelmekte olan fırtınayı hissetti. Bir kez başladıktan
sonra durdurmak mümkün olmayacaktı. Can’ın savunması YZ oyununu başlattı.
“Eğer dijital müziği duyamıyor ve anlayamıyorsan, sen gerçek
değilsin. Manyetik bantların, plakların, kompakt disklerin ve nota kâğıtlarının
geçmiş zamanlarına mı dönmek istiyorsun? Analog verilerle ve maddeyle sınırlanmak
mı istiyorsun? Akıl almaz bir değişim çağındayız. Maddenin sınırlayıcı diğer
etkenlerinden bile kısa bir süre sonra kurtulacağız. Sürekli görebileceğimiz,
işitebileceğimiz, kaydedebileceğimiz ve okuyabileceğimiz kuantum evrenine
ulaşacağız.”
“Sürekli koklamanın, tatmanın ve dokunmanın da mümkün
olabileceğini düşünüyor musun? Görmek ve işitmek önemli ama yaşamak için
yeterli değiller. Ben bir odanın içinde çalınmakta ve söylenmekte olan bir
şarkıyı dinlemeyi hâlâ seviyorum. Hiçbir dijital üretim o duyguyu sağlamayı
başaramaz.”
“Oğlum, taş aletleri dışında hiçbir şeyi göremeyen ilk
insanlara benziyorsun. Budala olma.”
“Budala değilim. IQ’mun
seninkinden yüksek olduğunu biliyorsun.”
“Buna yalnızca gülerim. Kim dedi onu, ne zaman ve ne tip bir
testten sonra? Yalnızca analog bir dünyanın basit bir anlaşılmasıyla senin IQ’n
benimkinden nasıl yüksek olabilir? Dijital dünyada bir acemisin. Çağdaş
yaşamlarımızın ve bilimlerimizin olguları senin için büyü gibi.”
Anlamlı bir tartışma değildi ve muhtemel her ikisi de bunun
farkındaydı. Ancak Selim, temel tartışmanın zihinleri arasında değil,
inandıkları ve savundukları bilimsel gelişmeler ve uygulanan teknolojilerle
ilgili olduğunu hissediyordu. Düşünme
yolları tercihleri ve yaşamış oldukları yaşamlarla yaratılmıştı. Farklı zihinlerdeki
bilgi yansımalarını karşılaştırırken nesnel olunabilirdi, ancak değerlendirme
ve sonuca varma yöntemlerini tanımlayan kurallar oluşturmak kolay değildi.
Beyin sisteminin tam bir analizini gerektiriyordu ve bunu yapmak kuantum
teorilerinin ve bilinen evrenlerin uzak çevrelerindeki dış evrenlerin
arkasındaki olguları anlamaktan kolay değildi.
“IQ nedir?” diye sordu Selim, tartışmanın daha yumuşak bir
biçimde sürmesini umarak. Can ve Metin’in ikisi de pek ilgilenmiş görünmediler
ama Can cevap verdi.
“Biliyorsun” dedi Can her şeyi bildiğini ve tüm tanımları
yapmaya yetkili olduğunu bildiren bir tonla. “Işık hızında iletişim kurduğumuz
bilgi çağında, hiçbir şey eskisiyle aynı kalamaz. Geçmişte IQ normalden üstünlük
ve düşüklük arasındaki bir konumu ölçen bir sayıydı, özel yetenekleri sıradan
kitlelerden ayırmak için kullanılıyordu. Temel olarak, semboller arasındaki ilişkileri
görmek kapasitesinin sanal bir ölçümüydü. Özel olarak; şekillerde, harflerde,
sayılarda, görüntülerde ve seslerde saklı büyüyü anlama gücü olarak
anlaşılıyordu. Zekâ katsayıları evrenin
her üyesi için eşit olsaydı ölçülmeyeceklerdi ama eşit değiller. Yeteneklerini
ölçen başka türle olup olmadığını henüz bilmiyorum ama insanlar değerlerini
sayılarla temsil etmekten her zaman hoşlandılar. Bireylerin sözel ve
matematiksel işlemcilerinin kapasitelerine dayanarak basit mantıksal
yöntemlerle çalışan zekâ algoritmaları kullanıyorlardı. Daha sonra daha karmaşık
bir şekilde; duygusal, sosyal, görsel, işitsel, estetik, yaratıcı ve birçok
diğer yaklaşım tipi için alternatif
katsayıların tanımlanması gündeme geldi. Ancak onların tümüyle anlamlı olduğunu
düşünmüyorum. Çoğu harfleri ve sayıları işleme kapasitelerinin bir fonksiyonu
olarak tanımlanabilir. Hepsi de belirli bir girdinin işlenmesi için kapasiteyi
gösteren bir oran verirler.”
“Hiçbir şey bilmiyorsun” diye karşı çıktı Metin yumuşak bir
sesle. “Yaşam ve zihin hayal edebileceğinden çok daha karmaşık. Hiçbir şeyi
diğer parametrelerin kusursuz bir fonksiyonu olarak tanımlayamazsın. Onlar
tümüyle yaklaştırmalardır. Dijital dünyanın temel problemi budur. Gerçek
dünyada hiçbir şey siyah veya beyaz değildir. Ama sayısal açıklama ve basit
mantık her şeyi siyahlar ve beyazlar olarak görür. Her şey siyah veya beyaz
olabilir mi? Bu saçmalıktır. Gerçek dünyayı daha iyi yansıtmak için zayıf
mantıklarına grileri eklemeye çalıştılar ama bu da yararsızdı. Yalnızca
sistemlerinin sorunlarını gizlemeye çalışan bir oyundu. Grileri tanımlamak için
sıfırları ve birleri kullandılar ve bunun büyük bir buluş olduğunu söylediler. Yalnızca
ikili sistemin geçerliliğini değiştirmek yeterli olabilir mi? Ne yaparsan yap, ne
tanımlarsan tanımla; belirli bir zamanda ışığı ve karanlığıyla tek bir evren
vardır. Tüm griler geçicidir. Yalnızca siyah veya beyaz, ışık veya karanlık
kalıcı ve ebedidir.”
Selim tartışmaya küçük bir yorum yaparak karışmayı düşündü
ama vazgeçti. Bu onların dünyası ve onların tartışmasıydı. Selim kendisini
başka bir evrenden gelmiş bir ziyaretçi gibi hissediyordu. Can yeniden
konuşmaya başladığında ne düşünmüş olduğunu unutmuştu.
“Bunların tümü anlamsız., tarihin yönünü geriye
çeviremezsin. İlk taş ve tekerlek, ilk harf ve barut, gözlenen ilk elektrik ve
gerçekleşecek son füzyon çok farklı değillerdir. Hepsi de uzayın ve zamanın
dinamiklerinden gelen karmaşık fonksiyonların, evrenimizin geçerliliği içindeki
sonuçlarıdır. Her ne söylersen söyle, nasıl konuşursak konuşalım, ışık hızında
yaşamanın yeni çağı zaten başladı. Yapay zekâ üzerine kurulu yeni türlerle birlikte
etkileşimli yaşamak, kısa süre içinde tek yaşam biçimi olacak. Doğa, dünya, uzay,
zaman, yaşam, ölüm, evren, sonsuzluk, ebedilik ve henüz bilinmeyen pek çok
parametre yeniden tanımlanacak. Ateşten sonra hiçbir şey ayı değildi. Işık
hızında yaşamak için geçiş tamamlandıktan sonra hiçbir şey aynı olmayacak.”
Tartışma Selim için çok kuramsaldı. Can ve Metin’in atışması
sırasında zihninde beliren bir soru dizisini sorarak konuyu değiştirmek istedi.
“Yapay zekânın zekâ katsayısını ölçmek için bir yöntem var
mı? Doğal ve yapay zekâların güncel kapasitelerini izlemek için yapılmakta olan
sürekli performans ölçümleri var mı? Dünyada bu tür tartışmaları ve çalışmaları
merak eden ve bunlar için gerekli bedelleri ödemeye hazır yeterince insan var
mıdır?”
“YZ’nin ZK’si üzerinde çalışmalıyız” dedi Metin.
Can, yaşamını geri kazanmış gibi mutlulukla gülümsedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)