22 Şubat 2019 Cuma

Selim'in Kitapları ve Yazarları


Selim artık önünde çok fazla yol ve zaman kalmadığını biliyordu. Arkasındaki uzunluk da çok fazla değildi. Tüm canlılar gibi insanlar da yaşam çizgilerini doğadan ve evrenden bağımsız olarak belirleyemiyordu. Yalnızca seçimler ve planlar yapıyor, hedefler koyup onlara ulaşma senaryoları yazıyor, amaçlarına yaklaştıkça mutlu uzaklaştıkça mutsuz oluyorlardı. Önlerindeki yol güzel ve uzun görünüyorsa kendilerini genç, belirsiz ve kısa görünüyorsa yaşlı hissediyorlardı. Selim önündeki yolu açık ve uzun görmüyordu ama yine de kendisini genç hissediyordu. Çünkü abisinin ve kendisinin gençliklerini çok sevmişti, yeni gençleri de çok seviyor, dünyaya onlar gibi bakmaya, yaşamı onların gözleriyle görmeye, onlar gibi hissetmeye çalışıyordu. Yaşadıkları ve öğrendikleriyle, onların yaşayacaklarını ve öğreneceklerini birleştirmeye çalışıyordu.

Selim kitaplarını ve yazarlarını düşündü. Kitaplarının ve yazarlarının, Selman'ın kitapları ve yazarları olmasına hiç şaşırmadı. Dünyayı annesinin ve babasının değil, abisinin gözleriyle görmüş, abisinin gözlerinde beliren geleceğe inanmıştı. Selman gittikten sonra da kendi geleceğini arayıp bulmaya çalışmıştı. Selman Selim'e en büyük kötülüğü ve iyiliği ona bir doğum gününde Küçük Prensi alarak yapmıştı. Kötülük ve iyilik şeftaliler ve balıklar, martıların ve masalların gerçekleriyle sürmüştü. Selman inandığı için Selim de İnce Memed'e hayran olmuş, Selman sözünü ettikçe Irazca'yı olmayan köyündeki annesi gibi sevmiş, baba evlerindeki anılarda gezinip avare yıllarını yetmiş iki farklı koğuşta geçirerek bereketli topraklarda dolaşmış, kalpaklılarla doludizgin gitmiş, yaban olup köylerde yaşamış, sosyalizm geliyorken önce "Savulun" sonra "Böyle Gelmiş Böyle Gitmez" demiş, Mahmut Tali'den senaryo yazmayı öğrenerek kendi çektiği Yılmaz Güney filmleriyle bir arkadaş ve umut bulup umutsuzlardan biri olmamak istemişti. Sonra Nâzım'ın şiirlerini ve destanlarını okuyarak kendi evren ve insan manzaralarını yazmaya başlamıştı. Cascabel ailesiyle seksen günde dünyayı dolaşmış, büyük dörtle sayıların sırrını keşfetmiş, Martin Eden'ın demir ökçenin altında ezilmesinden çok büyük bir acı duymuştu.

Selim artık önünde çok fazla yol ve zaman kalmadığını biliyordu. Arkasındaki uzunluk da çok fazla değildi. İnsanlar da tüm canlılar gibi yaşam çizgilerini doğadan ve evrenden bağımsız olarak belirleyemiyordu. Yalnızca seçimler ve planlar yapıyor, hedefler koyup onlara ulaşma senaryoları yazıyor, amaçlarına yaklaştıkça mutlu uzaklaştıkça mutsuz oluyorlardı. Önlerindeki yol güzel ve uzun görünüyorsa kendilerini genç, belirsiz ve kısa görünüyorsa yaşlı hissediyorlardı. Selim okuduğu son kitaplardan birini düşündü. Doğu ve batı, kuzey ve güney, doğanın ve insan denen yaratığın büyük dörtleri; kendilerini ve dünyayı kurtaramamışlardı. Bu gidişle "Elveda Güzel Dünyam" diyerek vedalaşmak dışında bir seçenek kalmayacaktı.


Selim'in Kitap ve Yazar Listelerinden Biri


1. Anton Euxpery, Küçük Prens, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/kucuk-prens

2.1. Samed Behrengi, Bir Şeftali Bin Şeftali, https://www.kitapyurdu.com/kitap/bir-seftali-bin-seftali/40167.html
2.2. Samed Behrengi, Küçük Kara Balık, https://www.kitapyurdu.com/kitap/kucuk-kara-balik/280185.html

3.1. Jonathan Seagul, Martı, https://www.kitapyurdu.com/kitap/marti-jonathan-livingston/17070.html
3.2. Vasıf Öngören, Masalın Aslı, https://www.goodreads.com/book/show/24429319-masal-n-asl
3.3. Yaşar Kemal, İnce Memed, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/ince-memed-1
3.4. Fakir Baykurt, Irazca'nın Dirliği, https://www.dr.com.tr/Kitap/Irazcanin-Dirligi/Fakir-Baykurt/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000221387

4.1. Orhan Kemal, Baba Evi, https://www.kitapyurdu.com/kitap/baba-evi/67556.html
4.2. Orhan Kemal, Avare Yıllar, https://www.kitapyurdu.com/kitap/avare-yillar/141757.html
4.3. Orhan Kemal, 72. Koğuş, https://www.idefix.com/Kitap/72-Kogus/Edebiyat/Turk-Oyku/urunno=0000000238054
4.4. Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde, https://www.idefix.com/Kitap/Bereketli-Topraklar-Uzerinde/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000284514
4.5. Samim Kocagöz, Kalpaklılar, https://www.kitapyurdu.com/kitap/kalpaklilarbutun-eserleri-3/69195.html
4.6. Samim Kocagöz, Doludizgin, https://www.idefix.com/Kitap/Doludizgin-Kalpaklilarin-Devami/Samim-Kocagoz/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000277675
4.7. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, https://www.idefix.com/Kitap/Yaban/Edebiyat/Roman/Turk-Klasik/urunno=0000000061419
4.8. Aziz Nesin, Sosyalizm Geliyor Savulun, https://www.nesinyayinevi.com/detail.php?kod=48

5.1. Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez, https://www.nesinyayinevi.com/detail.php?kod=258
5.2. Mahmut Tali Öngören, Senaryo Yazma Tekniği, https://www.nadirkitap.com/senaryo-yazma-teknigi-mahmut-tali-ongoren-kitap2114598.html
5.3. Yılmaz Güney, Umut, https://ipfs.io/ipfs/QmT5NvUtoM5nWFfrQdVrFtvGfKFmG7AHE8P34isapyhCxX/wiki/Umut_(film%2C_1970).html
5.4. Yılmaz Güney, Arkadaş, https://www.babil.com/arkadas-kitabi-yilmaz-guney
5.5. Yılmaz Güney, Umutsuzlar, https://www.imdb.com/title/tt0067897/
5.6. Nazım Hikmet, Şiirler, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/butun-siirleri-nazim-hikmet
5.7. Nazım Hikmet, Yazılar, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/yazilar-6-konusmalar
5.8. Nazım Hikmet, Mektuplar, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/pirayeye-mektuplar
5.9. Nazım Hikmet, Romanlar, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/romanlar-3-yasamak-guzel-sey-be-kardesim
5.10. Nazım Hikmet, Oyunlar, http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/oyunlar-5-kadinlarin-isyani
5.11. Jules Verne, Araba ile Devrialem, https://www.kitantik.com/product/ARABA-ILE-DEVRIALEM-JULES-VERNE_0z8kgltjlijep6t1qs8,https://www.biblio.com/caesar-cascabel-1st-edition-by-verne-jules/work/316510, https://www.biblio.com/book/caesar-cascabel-verne-jules/d/300468592
5.12. Agatha Christie, Büyük Dört, https://www.kitapyurdu.com/kitap/buyuk-dortler/63455.html, https://www.goodreads.com/book/show/16316.The_Big_Four
5.13. Agatha Christie, Ve Perde İndi, http://www.altinkitaplar.com.tr/agatha-christie/ve-perde-indi/
5.14. Jack London, Martin Eden, https://www.iskultur.com.tr/martin-eden.aspx
5.15. Jack London, Demir Ökçe, https://www.iskultur.com.tr/demir-okce-butun-eserleri-3.aspx
5.16. Ahmet Ümit, Elveda Güzel Vatanım, https://www.everestyayinlari.com/kitap-detay.php?k=10837

20 Şubat 2019 Çarşamba

Işık'ın Mucizeleri ve Yaşamanın Akılalmaz Güzelliği



Yaşamında kaç insan olduğunu ve bunların kaçının kadın olduğunu düşündü Selim ve birden bir kadınla bir erkeği hatırladı. Her insan gibi öyküleri çok uzundu her ikisinin de ama Selim'in aklında yalnızca birer sahne vardı ikisiyle ilgili. Birinde kadın erkeğe duyduğu ilahi aşk nedeniyle çok büyük bir acı çekiyor ve bu acıyı tırnaklarıyla etinin arasına batırılan iğnelerle anlatıyordu. Diğerindeyse adam belirli bir sürede kısa ilişkilerle birlikte olduğu kadınların sayısından söz ediyor ve bu sayıyı belirli varsayımlarla hesaplayarak doğrulamaya çalışıyordu. On yılda bin miydi, yirmi yılda beş bin miydi, Selim sayıyı hatırlamıyordu. Gecen yüzyılda beş yılda on milyonlar mı, on binlerce günde binler mi ölmüştü, bilmiyordu. Çocukların ve kadınların ve erkeklerin ve tüm insanların gözlerindeki acıyı ve yüzlerindeki derin çizgileri biliyordu yalnızca. Selim galiba erkeğin ölümüyle biten bir başka kadının ve erkeğin öyküsünü hatırladı. Selman'ın bir arkadaşı film televizyonda gösterildiğinde ertesi gün dairedeki bütün kadınların kendileri için binlerce kilometre yol yapmayı göze alacak bir erkek bulma hayalleri kurduğundan söz etmişti. Selim Selman'ın bunu kadınları küçücük dünyalarına sıkışmış küçücük insancıklar olarak görüp küçümseyen bir havayla anlattığını hatırlıyordu. Selman'ın gençliğinde kadınlarla erkekler arasındaki duvarlar daha yüksekti. Kadınların ve erkeklerin bedenleri ve ruhları birbirine çok uzaktı. Birbirlerine dokunmaları çok zordu.   Kendilerine dokunmaları zordu. Birbirlerini ve kendilerini anlamaları kolay değildi. Sonra yaşam ve iletişim biçimlerindeki değişimler duvarlarda çatlaklar açmaya başlamıştı. Çatlaklar bazılarına özgürlük, bazılarına daha büyük ve daha çok baskı getirmişti. Selim Melda'yla kavuşamasa bile şanslı olduğunu düşünüyordu. Yaşamında Işık'lar ve Sima olmuştu. Bir gün ve bir an için bile yaşamaya değer olabileceğini düşünürken, onlarla güzelliklerin yıldızlar gibi çoğaldığını hissetmişti. Tanıdığı son Işık, ona akılla bedenin ve ruhla tenin arasındaki sınırların kalktığı bir dünya olabileceğini düşündürmüştü.

Bu Işık tanıdığı hiçbir insana benzemiyordu. Biraz Selman'la birlikte izlediği eski kovboy filmlerinden birindeki bir kadını hatırlatıyordu. Kimseye "Hayır" demediğini söylüyordu kadın ve gerçekten kimseyi reddetmiyordu. Gülmeye ve dokunmaya konan sınırlar yaşamı çok sertleştiriyordu. Kadın Selim'i rüyalarına girip ona dokunacak, ona hayal bile edemeyeceği deneyimler yaşatacak kadar çok etkilemişti. Işık da farklılığını ilk tanıştıkları gün bile duruşu ve bakışları, sözleri ve sessizliği, yakınlaşmasındaki ve uzaklaşmasındaki kışkırtıcı müzikle göstermişti. Buluştukları ilk günden başlayarak hep yeni sürprizlerle gelmişti. Sevmeyi ve sevilmeyi, konuşmayı ve dinlemeyi, susmayı ve susturmayı, oynamayı ve oynatmayı, kıpırdamayı ve kıpırdatmayı, dokunmayı ve dokunulmayı çok iyi biliyordu. Yaşamanın akılalmaz güzelliğini gösteriyor ve yaşatıyordu.

Selim ona Işık kadar rahat ve güzel dokunan bir başkasını görmemişti. Bir tüy gibi hafifti ve dağlardan denizlere akan kar suları kadar doğaldı. Birbirlerine dokundukça birlikte uzun yolculuklara çıkıyorlar, erişilmez yerlere gidiyorlardı. Işık Selim'in kendisinin bile pek dokunmadığı yerlerine dokunarak inanılmaz heyecanlar yaratıyor, bulduğu her güzellikle uzun uzun oynuyordu. Selim onun yarattığı harikaların yansımalarını bulup göndermeye çalışıyor, Işık gizli denizlerinin yollarını bulması için ona yardım ediyordu. Selim her yerine böyle rahat ve güzel dokunan bir başkasını görmemişti.

"Işık varsa evrende mucizeler de mutlaka olmalı ve her biri her zaman hep yeni mucizeler yaratacak güçte olmalı" diye düşündü Selim. Kendini Işık'ın ellerine ve güzelliğine bıraktı. Melda'yı ve Sima'yı unuttu.

19 Şubat 2019 Salı

Işık'ın Günahı


Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanamazdı.

Selman kusursuzluktu, her şeyi bilmekti, en doğrusunu söylemek ve yapmaktı. Evrende Selman gibi bir ikinci kişi daha olamazdı. Abisi olağanüstüydü. Selim onun gibi olabilmek için yaşamını bile verirdi.

Bir zamanlar böyle düşünüyordu Selim. Annesinin ve babasının verdiği güven ve sevginin koruyuculuğundan, Selman'ın küçük ipuçları vererek açtığı yolla kurtulmuştu. Artık dünyaya onlar gibi bakmıyordu. Çocuklar ve gençler için güzel bir gelecek kurma düşüncesi yaşamına yepyeni anlamlar katmıştı. Artık küçük oyunlarla oyalanabilecek bir çocuk değildi. Dünyayı ve tarihi biliyordu. Geleceğin sorumluluğunu taşıyordu. Abisi kadar bilgili olmak, her şeyi öğrenmek istiyordu. Elinden geleni yapıyor, yine de eksik kalıyordu. Selman uzayın her noktasını ve zamanın tüm anlarını bilirken, o yalnızca kendi küçük dünyasını tanıyabiliyordu. Değişmek istiyor, kendini zorluyor, yine de ne yaparsa yapsın bir türlü Selman gibi olamıyordu. Selman'ın en küçük bir isteğini bile emir olarak kabul edip varını yoğunu ortaya koyarak en iyi şekilde yapmaya çalışıyordu.

Selman'ı son görüşlerinden biri olmalıydı. Abisi artık her an gidebileceğini söylemişti. Bazı eşyalarını, kitaplarını ve aldığı notları getirmesini istemişti. Başka kimseye asla söylememesini isteyerek ona bir adres vermişti. Selim abisinin isteğinden büyük bir gurur ve heyecan duymuştu. Abisi ona güveniyordu. Artık büyüdüğünü düşünüyor, sırlarını ona emanet ediyordu. Selim abisinin istediklerini dikkatle toparlamış, annesine ve babasına sezdirmeden iki torba hazırlamıştı. Sorarlarsa arkadaşına çalışmaya gittiğini ve dersle ilgili malzemeleri götürdüğünü söyleyecekti. Sonuçta abisinin isteklerini başarıyla yerine getirmişti. O gün götürdüğü bazı kitaplar ve notlar çok sonra bir şekilde Selim'e geri dönmüştü. İçlerinde neler olduğunu ancak yıllar sonra öğrenmişti. Büyük bir coşkuyla abisinin verdiği adrese giderken, abisinin artık gideceğini hatırlayınca onu bir daha görememekten korkmuştu. Sonra "Selman Abi'me bir şey olmaz, o çok güçlüdür" diyerek kendini avutmaya çalışmıştı. O gün orada Işık'la karşılaşacağı asla aklına gelmezdi.

Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanamazdı.

....

Işık ağlıyordu. Selman'ın son aylarda çok zorlandığını biliyordu ama uçurumun kenarına bu kadar yaklaştığını anlayamamıştı. Bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi? Ya da olduğundan bu kadar farklı görünebilir miydi? Işık ağlıyordu. Düşünmenin ve hissetmenin, dokunmanın ve dokunulmanın, tatmanın ve koklamanın, görmenin ve duymanın, sevmenin ve yaşamanın, evrenin ve zamanın bir anlamı kalmamıştı. Üzerinde bir canavara dönüşmüş Selman artık yoktu. Işık'ı yavaş yavaş öldürüyordu. Aüırlığıyla soluk almasını engelleyecek kadar sıkıştırıp ezdiği için değil, ellerini hoyratça öç almak istercesine her yerinde dolaştırdığı için değil, gerçekten öldürecek gibi boğazına bastırdığı için de değil; Selman kendi içindeki güzelliğe ihanet ettiği için ikisini birden öldürüyordu. Oysa Işık bunu doğanın ve yaşamın zirvesine çıkarak yaşamayı öyle çok istemişti ki. Selman nedense hiç acele etmemişti. "Birbirimizi iyice tanıyalım, sözlerin ve belgelerin ötesine geçebilecek bir bağlılığımız olsun, çocuklarımıza güzel günler bırakabileceğimiz koşulların yaklaşmakta olduğunu iyice hissedelim, telli duvaklı gelin olarak alayım sevgilimi" diyordu Selman. Işık onu seviyor, ona inanıyordu. Selman kendini ve Işık'ı yavaş öldürüyordu. Bilinci ve düşünceleri uzaklaşıyor, gözleri kararıyordu. Selman içindeki vahşeti açığa çıkarmıştı. Tuhaf, akıl almaz bir duyguydu bu. İki beden ve iki zihin anlaşılmaz bir oyun oynuyorlardı. Haz ve acı, sevinç ve üzüntü, coşku ve bitkinlik, yükselme ve alçalma, ses ve sessizlik, ışık ve karanlık, mutluluk ve mutsuzluk, inanma ve yadsıma, bilme ve bilgisizlik, sevgi ve nefret, umut ve umutsuzluk birbirine karışıyordu. Işık yavaş yavaş tükeniyordu. Selman gücün bataklığında boğuluyordu. Dünya yavaş yavaş kararıyordu. Selman'ın dokunuşları ve soluk alışları hızlanmıştı. Işık ağlıyordu. Bedenindeki güzelliklere ve aklındaki korkuya isyan ediyordu. Yaşamın yaşamdan bu kadar uzak olmasına isyan ediyordu. Ölüme isyan ediyordu. Ölüme isyan ederek yaşamdan uzaklaşıyordu. Çığlıkları Selman'ın çığlıklarına karışıyor, ölüyordu.

....

İşte Selim tam böyle bir zamanda daire kapısını sessizce açarak içeriye girdi. Selman "Geldiğinde ben olmayabilirim, kapıyı anahtarla açıp içeri girersin, ben yoksam beklersin" demişti. Selim de abisi evdeyse bir sürpriz yapmak üzere usulca içeriye süzülmüştü. Selman'ı ve Işık'ı görünce dondu kaldı. Sevgili abisi, sevgili ablasını öldürüyordu. Selman Işık'ın üzerindeydi. Tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Selim ne düşüneceğini bilemedi. Bu kötü adam, bu güzelliğe bunları nasıl yapabilirdi. Öfkeyle Selman'ın üzerine fırladı.

"Işık'ı bırak" diye bağırıyordu aklını yitirmiş gibi. "Işık'ı bırak, Işık ablama dokunma, onu bırak. Işık ablama bir şey yapma, ben onu çok seviyorum, ona bir şey yapma." Bir yandan da yumruklarını Selman'a savuruyordu. "Niye bunları yapıyorsun Işık ablama?"

Selman ne diyeceğini bilemedi. "Bir günah işlemiş de küçük bir ceza verdim" dedi.

Selim Selman'ı böyle bir durumda göreceğine asla inanmazdı.



18 Şubat 2019 Pazartesi

Işık'ın Öyküsü


Selim Işık'ı Selman'ı yücelttiği dönemlerde tanımıştı. Selman kadar haklı ve iyiydi Işık da. Üstelik ondan çok daha güzeldi. Selim Işık'a âşık olmuştu. Işık güzeldi, dünya güzeldi, güneş parlıyordu, yaşam güzeldi. Selim Selman kadar iyi ve özverili olmak istiyordu. Geleceğin yollarını türkü söyler gibi çalışarak yapmakta olan milyarlarca karıncadan biri olmak istiyordu. Işık'ların çoğalmasını istiyordu. Güzelliklerinin tüm evreni kaplamasını, herkesin bir ışığı olmasını istiyordu.

Büyü ne zaman bozulmuştu bilmiyordu. Belki de Işık'a yakınlaştıkça Selman'dan uzaklaşmıştı. Önce abisinin her zaman haklı olmayabileceğini düşünmeye başlamıştı. Aslında Işık olmasa, Selman'a sonsuza dek inanabilirdi. Işık'la Selman'ın ilişkisindeki tuhaflıklar Selim'i şaşırtmıştı. Hep haklıdan yana olan, herkese çok iyi davranan Selman ne yapıyordu da Işık ona böyle nefretle bakabiliyordu? Günün birinde Işık büyük bir telaşla geldiğinde Selim onun gözlerindeki yaşları görmüştü.

"Ne oldu Işık Abla?" diye sormuştu.

Işık'a abla demekten hiç hoşlanmıyordu ama böyle dediği zamanlarda sevdiği kız ona daha yakın oluyordu. Selim'in bu sorusu Işık Abla'nın son gücünü de tüketmişti. Ağlayarak Selim'e sarılmıştı.

"Ah Selim" demişti. "Ah Selim, ah Selim! Yaşamak ne kadar zor."

"Yaşamak güzel şey be abla!" demişti Selim.

Işık Abla gözlerindeki yaşları silerek gülmüş ve Selim'i kucaklamıştı.

"Senin gibi ışık dolu çocuklar oldukça elbette güzel olacak Selim" demişti. Selim artık büyüdüğünü düşündüğü için bozulmuştu ama sesini çıkarmamıştı. Işık'ı bir yetişkin gibi kucaklayarak onu teselli etmeye çalışmıştı. O gün Işık'la uzun süre birlikte olmuşlar, konuşmuşlar, öyküler anlatmışlardı. Selim Işık'la çok fazla görüşerek onu doğrudan tanıma fırsatını bulamamıştı. Işık'ı daha çok Selman'ın anlattıklarından tanıyordu. Işık'la karşılaştıkça tanık olduğu bazı ayrıntılar Selim'i şaşırtıyordu. Yine de Işık'ın düşünceleri Selim'in aklına Selman'ın sözleriyle taşınıyordu. Işık'ın ağlayarak geldiği o gün anlattıkları olmasa bu durum hep sürecekti. Işık'ı dinledikten sonra abisini ve gizli aşkını bir daha asla eskisi gibi göremeyeceğini anlamıştı. Kafasından hesaplar yapmıştı. Işık Abla ondan kaç yaş büyük olabilirdi? Belki de Selim büyüdüğünde birlikte yeni bir yaşama başlayabilirlerdi. Işık Abla ne derdi bu işe? Sorsa mıydı? Selim sormamış, ona sarılmanın ve onu biraz olsun yatıştırabilmenin mutluluğunu yaşamıştı.

Selman mı, Işık mı daha önce ortadan kaybolmuştu? Selim hatırlamıyordu. Uzaktaki yaşamların bıraktığı izler çok silik oluyordu. Annesinin Selman'dan haber alamadıkça Işık'a ulaşmaya çalıştığını hatırlıyordu. Galiba bir iki kez görüşmüşlerdi de. İlk görüşmeden sonra eve geldiğinde annesi "Bu kız bir şeyler biliyor da mı benden saklıyor, yoksa gerçekten haberi mi yok, bir türlü anlayamadım" demişti. Son kez görüşebildiklerinde annesi çok öfkelenmişti. "Selman bu kıza ne yapmış olabilir? Belki de başka birisine ilgi duyup onu bırakmıştır. O yüzden böyle saçma sapan konuşup duruyordur. Zaten Selman'ın başına bu işleri açanlardan biri de bu kız. O olmasa oğlum şimdi çoktan okulunu bitirip işe girmiş, evlenmiş olurdu. Böyle ne idüğü belirsiz işler ve kızlarla uğraşması da gerekmezdi." Aklında kalanları ve aklına gelenleri dönüşümlü olarak tekrarlayıp durmuştu. Selim annesinin Selman'a da Işık'a da haksızlık ettiğini düşünmüştü ama ona kızmamıştı. Zavallı annesi Selman'ın, Işık'ın ve Selim'in bildiklerini bilmiyordu ki. Dünyaya doğru açıdan bakamıyordu. Ne kadar zor ve onurlu bir işe kalkışmış olduklarını bilmiyordu. Annesinin çabaları sonuç vermemişti. Babası zaten uğraşmayı çoktan kesmişti. "Benim Selman diye bir oğlum yok, böyle giderse Selim diye bir oğlum da olmayacak" diyerek bağırdığında salonun avizeleri titriyordu. Işık'tan zaten hiç haberi yoktu. Annesi ona söylemedikçe babası olup bitenleri göremez, kafasının içindekileri gerçek sanırdı. Selman'dan ve Işık'tan hiç haber gelmez olunca Selim çok üzülmüştü. Büyüyene kadar onların bir gün döneceklerine olan inancını korumuştu. Onlar gelmeyip o da yeni bir okula başlayınca, dünyaya ve geleceğe yeni gözlerle bakması gerektiğine inanarak Selman'ı ve Işık'ı içinde yaşatmaya çalışmıştı. Işık'ın öyküsü Selim için ışık dolu güzel bir kızın sevdiği bir gençle birlikte kendisinin ve dünyanın geleceğine inanarak umutla bakarken uğradığı ihanetin öyküsü olmuştu. Melda'nın da sönen bir ışık olmasını istememiş, onu kendisinden ve yaşamından uzak tutmaya çalışmıştı. Kendisi Selman'ın ve Işık'ın peşinden gitmek zorundaydı ama Melda kendi yaşamını sürdürmeliydi. Gelecek ancak Melda'ların kendi dünyalarında yaşama katacakları güzelliklerle kurulabilirdi. Melda'nın öyküsü, Işık Abla'nın öyküsü gibi acı olmamalıydı.

Selim Selman'la ve Işık'la ilgili tüm anılarının bir resmini yapmak istedi. Yüzlerini ve bedenlerini zorlukla görebiliyordu, çizebildikleri çok silikti. Güçlü Selman'ın küçük kardeşini korumak için yaptıklarını, Işık Abla geldiği gün onu teselli ederken yaşadığı mutluluğu hatırlayınca Selim'in yüzünde umutlu bir gülümseme belirdi.

8 Şubat 2019 Cuma

Yaşam Perisi


En acayip gücümüzdur. Düşünerek yaşamak.

....

Selim düşündükçe bir bataklığa gömüldüğünü hissediyordu. İnsanlar bir olamıyorlardı. Yaşamı anlamak için yanlış kişilere geçersiz sorular soruyorlar ve aldıkları her yanıtta gerçeklerden ve evrenin güzelliğinden biraz daha uzaklaşıyorlardı.İnsanlar kutuplaşıyordu. Hiç inananlarla inanmayanlar bir olur muydu? Sevenler ve sevmeyenler, bilenler ve bilmeyenler, düşünenler ve düşünmeyenler, çalışanlar ve çalışmayanlar, duyanlar ve duymayanlar, görenler ve görmeyenler, arayanlar ve aramayanlar, bulanlar ve bulamayanlar, konuşanlar ve susanlar, koşanlar ve duranlar, yürüyenler ve bekleyenler, dinletenler ve dinleyenler, gösterenler ve gösterilenler yaşadığımız evrende buluşabilirler miydi?

"Acayip güçlerimiz var ama bu güçlerimizi ya hiç kullanamıyoruz, ya da kullanabilsek bile yanlış kullanıyoruz" diye düşündü. Sonra düşündükçe yaşamdan ne kadar uzaklaştığını düşündü. Sonra düşünmemenin niçin bu kadar kolay benimsenebildiğini artık anladığını düşündü. Düşünen bir insanın düşünmekten vazgeçmesinin çok zor olduğunu düşündü. Düşünmeyen birinin düşünmeyi öğrenmesinin en az çağ atlamak kadar zor olduğunu düşündü sonra. Mırıldandı. En acayip gücümüzdü yaşamak, düşünerek yaşamak.

Selim düşündükçe bir bataklığa gömüldüğünü hissediyordu ve bunun nasıl bir geçmişten gelerek yaşamını böylesine kaplamış olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Anlayamadıkça kafasında akıl almaz çatışmalar oluyor ve zihninin ve edeninin yanmaya başladığını hissediyordu. İçindeki çığlıkları dışarıdan duyamıyordu. Sessizce ağlıyordu. Düşündükçe ve hatırladıkça ağlıyordu. Selim düşündükçe bir bataklığa gömüldüğünü hissediyordu ve buraya nasıl gelmiş olduğunu bilmiyor, anlayamıyordu.

....

Korkunçtu. Düşünceler ve sözcükler, görüntüler ve sesler, tatlar ve kokular, dokunuşlar ve dokunuluşlar öyle hızlı üşüşüyordu ki Selim'in aklına; anlayacak ve anlatacak, konuşacak ve yazacak zaman bulamiyordu. Gördüklerini yalnizca  yaşayabiliyordu. Çevresinde birikmiş küçücük kağıtlara şaşkınlıkla ve acıyarak bakıyordu. Ne kadar anlamsızdilar, ne kadar zavallıydılar, ne kadar gereksizdiler. Varlıklarının hiçbir anlamı yoktu. Yaşadıklarının sonsuz okyanusunda, hep birlikte kaybolmuşlardı.

Bir ışık parladı ve "İşte şimdi gerçekten görüyor ve duyuyorsun beni" dedi bir ses.

Gözleri kamaşarak baktı. Onu daha once hic görmemişti. Bir daha göremeyeceğini de biliyordu. Onu o anda orada görebilmiş olmak, olağanüstü büyük bir şans olmalıydı. Saçlarını ve tenini, gözlerini ve dudaklarını, bedeninin ve yüzünün herhangi bir yerini, sesinin ve sözlerinin gücünü, bakışlarının ve kıpırdanışlarının etkisini anlatamazdı. Işığının karşısında eğildi. Daha önce "Ölsem gam yemem" diyerek aşık olduğu tüm güzellikleri unuttu. İşte, oradaydı. Ona sarılmıştı, kucaklıyordu, her yerine dokunuyordu, öpüyordu. Böyle bir güzelliği daha once görmemiş, yaşamamıştı.

"İşte sonunda geldin" dedi.

"İşte sonunda geldim" dedi.

Esin perisi bir anda kayboldu. Geride bütün odayı doldurarak Selim'in gözlerini kamaştıran renk renk ışıklar, kulaklarına huzur üfleyen sesler bıraktı. Selim kadının güzelliğini saygıyla hatırladı, aklının her kıvrımına yazdı.

"Işte sonunda ilhamın sırrını çözdüm, bu kez gerçekten çözdüm" dedi.

....

En acayip gücümüzdur. Düşünerek yaşamak.


http://dergisanat.blogspot.com/2016/01/esin-perisi.html
Esin Perisi
"Sonunda ilhamın sırrını çözdüm. Büyük bir buluş değiş belki, bilinenin bilmem kaçıncı kez tekrarı. Ama bunu anlamak, hissetmek beni mutlu etti."

https://mehmetarat2000.wordpress.com/2012/12/29/fairy-of-inspiration/
Fairy of Inspiration
“I finally solved the puzzle of inspiration. Not a great discovery maybe, re-expression of known once again, I don’t know how many efforts have been made before, But understanding and feeling this made me happy.”

6 Şubat 2019 Çarşamba

Güllerin Şiiri



"Niçin güzellikler böyle zor tutunabiliyorlar bu dunyaya?"

Bir kez daha yaşama isyan ediyordu Selim ve ayakta kalabilmenin ölümden daha zor olduğunu bir kez daha anlıyordu. Yaşam yalnızlıktı. Güzellikleri buldukça yitireceğini bilmekti. Kaçsan da yakalanmaktı. Ölümle dans ederek bir ömrü geçirmenin uzun ve güzel bir yolunu bulabilmekti.

"Yaşamanın tek yolu gerçekten ve kendinden, iyilikten ve güzellikten kaçmak mı acaba" diye düşündü. Yaşadıkça yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça güçsüzleşiyordu. Oysa danslar yaşamla yapılmalıydı. İzin verilmiyordu. Güzelliklerden nefret ediliyordu. İyilik kuşatılıyor, dışlanıyordu. Uzmanlık ölüme mahkum ediliyordu. İnsanlığın ölüm cezasına çarptırılmış olduğu bir dünyada insanlar yaşayamıyordu. Düşündükçe, hissettikçe, anladıkça, öğrendikçe, teker teker düşüyor, yok oluyorlardı. Yaşam, ölüme tapan insanların karşısında eziliyor, güçsüzleşiyor, yalnızlaşıyor, yok oluyordu. Duygular çıkarlarla ezilip silindikçe, ışığı göremeyen bakışlarla ölümü bekleyenlerin dünyasında, görmeyi anlamayı sevmeyi kucaklamayi büyümeyi genişlemeyi hissetmeyi unutmayan insanların yaşaması zorlaşıyordu.

Evren çiçeklerle süslenmiş geniş ve güzel, bir an kadar kısa ve sonsuzluk kadar uzun bir bahçeydi. Güller uzun yaşayamıyordu. Duygular, hissizleştikçe güzelliklerini unutan dünyalarda barınamıyordu.

Selim acı öykülere artık katlanamıyordu. Mutluluğun resimleri yapılsın, şiirleri yazılsın, şarkıları söylensin, çiçekleri ve dansları her yeri kaplasın istiyordu. Selim'in istekleri dünyayı değiştirmiyordu. Yaptıkları ve yazdıkları da değiştirmemişti. Dünya nefreti ve öfkesiyle büyüyordu. Dünya büyüdükçe duygular ve insanlık küçülüyor, yaşam yok oluyordu. Güzellikler tutunamıyordu.

Uzaktan tanıdığı küçücük bir kızın güzelliğini düşündü Selim. "Ben artık acının ve ölümün değil, umutların ve yaşamın öyküsünü yazmak istiyorum" dedi bir kez daha. Yaşam zincirini kurmayı bir türlü becerememiş dünyada ölüm acısının düştüğü yerde ne kadar sonsuz olduğunu hatırladı. Duyguların merkezinde olanların yangının ateşine dayanabilmelerinin, iyileşmelerinin, artık asla eskisi  gibi olmayacak yaşama dönebilmelerinin ne kadar zor olduğunu düşündü. Keşke ölüm acısını iyileştirebilecek bir ilaç olsaydı. Selim, Selman'ın başına bir şey gelmesinden ölecek gibi korktuğu ilk yıllardan başlayarak aramış, böyle bir ilaç bulamamıştı. Uzaktan tanıdığı o küçücük kız da büyük yüreği ve ince bir sızı gibi yakalayan şiirleriyle ona umut vermişti. Ama kendi güzelliğinin geleceğini koruyamamıştı. Gözlerindeki yaşları fark edince ateşin düştüğü yeri düşünüp büyük bir çaresizlik hissetti Selim. Bugün sokaklara çıkmak onu avutamazdı. Çiçeklerin güzelliğini görüp anlayacak, onların gelecegini koruyabilecek bir dünya bulunabilmesini diledi. Perdeleri bile açmadan sessizce oturup yaşamın yeniden akmaya başlamasını umarak bekledi. Güllerin duygularının şiirlerle insanlara taşınabilmesini, insanlığın şiir olup dünyayı ele geçirmesini diledi.

3 Şubat 2019 Pazar

Bir Genç Kızın Yalnızlık Defteri

Geçmiş gittikçe geçmişte kalıyordu ve geçmişi karanlığa ve sislere gömüldükçe Selim geleceğinin de yok olmakta olduğunu görüyordu. Yakınındakiler uzaklaştıkça daha eskilere yöneliyordu ve uzaktayken hep yakın kaldıklarını sandıklarının yanlarına gidince çok uzaklaşmış olduklarını anlıyordu. Zor geçen yıllarında pek az dostundan gerçek bir ilgi görmüştü. Tüm arkadaşları onu büyük dostça karşılıyorlardu. Yakışıklılığının durduğunu ama yaşama gücünün ve kendine güveninin zayıfladığını görünce kimi gözündeki gizli sevinci gizlemeye çalışıyor, kimi üzülse bile gerçek bir ilgi göstermenin getireceği yüklerden çekindiği için uzak duruyordu. Tuhaf bir yalnızlık tarihi olmuştu Selim'in. Kızların gözü üzerinde olduğu için erkekler, kendilerine ilgi göstermiyor diye kızlar ona uzak duruyorlardı. Selman'ın yolundan gidip diğerlerinden farklı olmaya başladığında yalnızlık nedenlerine bir de korku eklenmişti. Onunla yakın olurlarsa başlarının belaya girebileceğinden korkuyorlardı. Melda farklı mıydı, yoksa yaşamdan ve olup bitenlerden bir tehlike varsa bile göremeyecek kadar uzak mıydı? Selim bilmiyordu ama aralarındaki yakınlığın anlamına ve güzelliğine inanmaktan vazgeçmek istemiyordu. Melda onun yaşama nedeni olarak kalacaktı.

Selim yine sıkıntılar içinde sokakta dolaşırken eski bir arkadaşına rastladı. Çok gerilerde kalmıştı, bir zamanlar aynı sınıftaydılar. Selim'in Selman'ın okulu nedeniyle başka bir kente taşınmalarından önce gitmekte olduğu okulun en güzel kızlarından biriydi. Şiir gibiydi ve konuşurken her sözünde ve hareketinde yeni şiirler oluyordu. Odayı ve evreni gözlerinden ve sesinden yayılan ışıkla dolduruyordu. Selim onu dinlemeye, ona bakmaya doyamıyordu. Kerem'in Aslı'sıydı. Gerçeğin özüydü, tanıdığı en güzel kızlardan biriydi. Kerem'in Aslı'sı olmasa, Selim onda kendi aslını bulmak isterdi. Önce Aslı gördü Selim'i, büyük bir sevinçle parladı gözleri. Sonra Selim aynı sevinçle kucakladı Aslı'yı. Gözlerindeki ışıklar ve bedenlerinin sıcaklığı buluştu.

"Ne uzun zaman oldu" dedi Aslı. "Neler yaptın, iyi misin?"

"İyiyim," dedi  Selim. Ayrıntılardan söz etmek istemiyordu. "Sen ne yaptın, tiyatro sahnelerinde seni az aramadım, yurtdışına mı gittin yoksa?" diyerek bilgi almaya çalıştı. Onun yeni bir Yıldız Kenter olabileceğini düşünmüştü hep Selim. Yaşamı ve doğayı buluşturan oyunlarda bedeninin hareketleri, yüzünün anlamı ve sesinin tonlarıyla yeni anlamlar ve güzellikler yaratarak sahnelerde yaşayabileceğine inanmıştı. Okuldan bir öğretmenin yaklaşımı yüzünden ayrılmak zorunda kalarak farklı bir gelecek bulduğunu öğrenince çok şaşırdı.

Yılmaz Hanım'dan Selim de ders almıştı ve konuları iyi öğretmesine rağmen onu pek sevememişti. İnsanlarla uğraşarak onları üzmeyi çok seviyordu Yılmaz Hanım ve bu aslında bir öğretmen için hiç de kabul edilebilir bir özellik değildi. Dersle ilgili pek sorunu olmadığı halde zaman zaman Selim'le de uğraşmıştı Yılmaz Hanım ve bir insanın başka bir insana neler yapabileceğini Selim'e gösteren ilk örneklerden biri olmuştu. Olumlu yanlarını görmeye, daha iyi öğretmek ve gelişmelerine katkı sağlamak için böyle yaptığını düşünmeye, buna inanmaya, yanlış davranışlarının arkasında onu haklı gösterebilecek nedenler bulmaya çalışmıştı. Başka bir kente giderek okuldan ayrılmasından sonra da Yılmaz Hanım'ı bir daha düşünmemişti.

"Nasıl böyle bir şey yapar? Sonuçta bilmediğin, yapamadığın bir ders değildi."

"Aslında ikmale bırakıp geçmek için kızından ders alınmasını istiyormuş. Ama benimle uğraşmasında biraz farklı bir nefret vardı sanki."

Yılmaz Hanım'ın dünyasını pek bilmese de, onun için de üzülmekten kendini alamıyordu Selim. Onun tümüyle insanlardan uzak ve yalnız bir insan olduğunu sanıyordu. Bir kızı olması, kızına ders verilmesi için çaba harcaması Selim'e şaşırtıcı geliyordu. Yılmaz Hanım'ı çıkar ilişkilerinin sıradan bir parçası olarak düşünemiyordu. Genç ve güzel öğrencisini kıskanan bir öğretmen olarak da düşünemiyordu. Kafasındaki Yılmaz Hanım, yaşadığı sorunlarla sertleşmiş, teni ve ruhu yaşamla kırışıp koyulaşmış, dünyaya karanlık gözlüklerin ardından bakarak ancak çok yakınında olanları görebilen, bunun verdiği yalnızlığın altında ezilen bir kadındı.

"Neler yaptın sonra?" diye sordu Aslı'ya.

"Başka okula gidip bitirdim, üniversite de okudum ama çalışamadım. Ailemizde hastalar vardı. Onlara bakmak zorunda kaldım. Şimdi teyzemle oturuyorum. Çok yaşlandı. Kimseyi tanımıyor, beni de. Ne yapabilirim? Onunla konuşuyorum, annemi anlatıyorum. Rahatlatmaya, yaşatmaya çalışıyorum."

Gözünün önünde bir başka resim belirdi Selim'in. Aslı yaşamı boyunca yalnızlık defterinin sayfalarını günlükleriyle doldurmuyordu. Kerem'le buluşuyordu. Birbirlerine mutluluk ve özgürlük veriyorlardı. Aslı tüm bilgisini ve bilincini dünyayı tiyatronun gözleriyle görebilmek için ediniyor ve geliştiriyordu. Kerem'in Aslı'sı oluyor ama sahnede Selim'in öyküsünü anlatıp oynuyordu. Dünya Aslı'yı ve Selim'i, dünyayı ve evreni bambaşka ve yepyeni gözlerle görmeye başlıyordu. Belki böyle olabilse, Yılmaz Hanım'ın da yaşamın pişmanlıklarıyla birikip sonsuza dek üzerinde kalmak üzere yerleşmiş acıları da hafiflemeye başlayacak, bulunduğu ve gideceği evrenlerde sonsuza dek taşıyacağı yükler azalabilecekti.

"İşte böyle bir öykü oldu benimki" dedi Aslı.

Ayrılırken yeniden kucaklaştılar. Selim Aslı'ya Kerem'i sormak istemedi. "Güzel bir masalın aslı mı, Kerem'in
Aslı'sı mıydın sen?" demedi.


Orhan Elmas, Kerem İle Aslı, 1971, http://www.sinematurk.com/film/4570-kerem-ile-asli/

Women Writers of Turkey, http://en.writersofturkey.net

Güzide Sabri Aygün (1886-1946), Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi (Abondened Documents of a Dead Woman, 1905), http://en.writersofturkey.net/index.php?title=G%C3%BCzide_Sabri

Ercan Kesal, Eski Bir Gazetecinin Evrak-ı Metrukesi, http://www.ercankesal.com/eski-bir-gazetecinin-evrak-i-metrukesi/


Selim'in Öyküleri, http://seliminoykuleri.blogspot.com/2016/11/selimin-oykuleri.html